‘TRT Halkındır’ diye diye İHRAÇ oldum! | Çağdaş Dergi 3

Deniz Çankaya Salmanlı

Yıl; 1998… Yer; İzmir… Yurt dışına çıkıp master yapma kararını almış iken gazetede bir ilan görmüştüm; TRT genel bir sınav açıyordu, denemeliydim. 3 aşamalı sınavı geçmiş, kurgucu olmuştum. İstanbul ve TRT maceram böylece başlamıştı. Neredeyse tüm aile devlet memuru idi, gelenek devam edecek, ben de devlet memuru olacaktım. Bizim ailede iş yerine ‘daire’ denilirdi, TRT’ye ilk girdiğimde ‘kurum’ sözü dikkatimi çekmişti. Kurum;  işim, okulum, ailem olacaktı. Ta ki 2021 yılı Nisan ayına kadar…

2020 yılı, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100. yılı idi. TRT’de belgesel yapılması için arkadaşlarım öneride bulunmuş ve kabul edilmişti, çok sevinçli idik. Epeydir istediğimiz gibi programlar yapamıyorduk, 100. Yıl belgeselinde emeğimizin olması mutluluk verici idi. Pandemi nedeni ile belgesel, 2021 yılına kalmıştı. Hakkımda soruşturma açıldığını, 23 Nisan belgeseli için gittiğim Bayburt Baksı’da, çekimde öğrendim. Konuyu bilmeden İstanbul’a döndüm ve 5 Nisan 2021 tarihinde sözlü ifademi verdim. 22 yıllık devlet memuriyetimde hiç müfettiş ile karşılaşmamıştım. Kurum’da yürüttüğüm kamu hizmeti ile ilgisi olmayan ve kişisel hesabımdan attığım tweetler yüzünden hakkımda soruşturma başlatılmıştı.  Soruşturmanın başladığı tarih oldukça manidar idi; TRT’de yıllardır beklenen, ‘görevde yükselme’ sınavı yapılacaktı. Hacı Bayram Veli Üniversitesi’ne ihale edilen sınavda, bazı sınıflar haremlik-selamlık düzenlenmişti. Türkiye laik bir ülke, ayrımcılığın Anayasa’ya göre suç olduğu bir ülke idi, kadın-erkek ayrımı olamazdı, protesto amacı ile 01.04.2021 tarihinde Haber-Sen tarafından başlatılan haremlikselamlık hastagli tweet eyleminin hemen ardından 02.04.2021 tarihinde soruşturma başlatılmıştı.

Soruşturmaya konu sosyal medya paylaşımları 4 başlıkta idi: TRT Harbiye Binasındaki taşınma süreci; görevde yükselme sınavının haremlik-selamlık düzende yapılması; milletvekilleri Ömer Faruk Gergerlioğlu, Barış Atay’ın uğradıkları şiddetin protestosu ve Kızıldere katliamının yıldönümü üzerineydi.

9 Nisan 2021 günü, “Teslim Olmuyoruz!” ve On’ların isimlerinin olduğu Kızıldere hastagli tweet terörü desteklediği iddiasıyla görev başında bulunmam ‘sakıncalı’ denilerek, soruşturma sürecince açığa alındım. 23 Nisan belgeselinin sonuna gelmiştik, yarım kaldı. Belgeseli, arkadaşlarıma emanet ederek o gün TRT’yi terk ettim.

Yazılı savunmamızı yaptık, TRT’nin kendini hakim savcı yerine koyarak bir mahkeme gibi karar veremeyeceğini de belirttik. Tam yazılı savunmamızı yaptığımız sırada benzer paylaşımlar için savcılığın ‘kovuşturmaya gerek yoktur’ kararını TRT’ye bildirdik. Yargı kararlarının hiçbiri dikkate alınmadı; bizim açtığımız davada yürütmeyi durdurma ret edildi, itirazımız da ret edildi. TRT Genel Müdürlüğü 09.07.2021 tarihinde Teftiş Kurulunun soruşturmasının ‘SONUC’una göre, 09.08.2021 tarihinde, İç Yapımlar Dairesi Başkanlığının teklifi ve Genel Müdürlük ‘olur’u ile görevimden çıkarıldım. Bu ihraç kararı, 375 Sayılı KHK’nın 2018 yılında geçici olarak yürürlüğe giren, 31.07.2021’de 1 yıl uzatılan, geçici 35.maddesinin (b) fıkrasının 10. bendine göre yapıldı. Bu geçici madde “…terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen; bir Bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayı ile kamu görevinden çıkarılır” demektedir.

Mevcut siyasi iktidar, Meclisten geçen tasarı ile adı kalksa da OHAL’i sürdürüyor. Hakkımda ne bir mahkeme ne de bir soruşturma vardı. Sadece bir kanaat, değerlendirme ile geçici bir maddenin arkasına sığınılarak memuriyetime son verildi.

Uykusuz gecelerimin, küçük memur babanın ve emektar bir annenin emekleri ‘Bir Amir’ imzayla yok sayıldı. Yargıdan defalarca beraat alan, kovuşturmaya gerek yoktur kararları olan, Kızıldere paylaşımım nedeniyle…

Tek bir müfettişin 1-2 saatlik sorgusuyla keyfi, hukuksuz ve politik bir kararla memuriyetten çıkarıldım. Anayasa’ya ve TRT Yasasına aykırı bir şekilde atanan yeni TRT yönetiminin ilk icraatı 22 yıldır çalıştığım TRT’den beni kovmak oldu.

Beni neden ihraç etmişlerdi? Bu ihracın sembolik anlamı var, kalanlara gözdağı vermek, korkutmak… Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz sözlerimiz slogan değil bir varoluş çığlığı, bir direnişti.  Neye direnişti; eşitsizliklere, haksız, hukuksuzluk, usulsüzlüklere, İstanbul Sözleşmesinden çıkanlara, kamu kaynaklarını fütursuzca kullananlara, siyasi/dinci kadrolaşmaya, TRT’yi propaganda aracı gibi kullananlara, Kurum’da yetişmiş yayıncıları TRT’den uzaklaştıranlara, Kurum yani halkın parası ile istediğine istediği maaşı verip yurt dışına eğitimlere gönderenlere, kısaca Kurum’un altını üstüne getirenlere bir direnişti; bir avuçtuk ama sesimiz duyulmuştu ve ihraç olmuştum. Sosyal medya hesaplarımdaki paylaşımlar nedeniyle soruşturma başlatılmıştı ama asıl sendikal mücadele engellenmek istenmişti. Muhalif kimliğim, kadın oluşum asıl sebepti. Mevcut TRT yönetimi, kendini yargı yerine koyarak, suçsuzluk karinesi ve kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkelerini ihlal ederek çalışma hakkımı elimden aldı. Aslında ihraca giden süreci anlamak, memleketimizin siyasi iklimini anlamak demek… Bunun için biraz geriye gitmek gerebilir;

Kamu hizmeti yayıncılığı, yani “Halk için yapılan, halk tarafından finanse edilen ve halk tarafından kontrol edilen” yayıncılık yapması gereken TRT neredeyse kurulduğu günden bugüne siyasi iktidarların ‘icraat’ tanıtım aracı olmuştur. Oysa TRT; hükümet, siyasi parti ya da diğer güç odakları ve çıkar grupları için değil, halka hizmet için vardır. Ancak TRT her dönem siyasi iktidarların iştahını kabarttı. 1990’ların sonlarına doğru sermayenin de kamu kaynaklarına göz dikmesi ve neo liberal politikaların – kökü paylaşım savaşlarına dek uzanan – 1990’larda şahlanışı, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) 1995’te imzalanmasıyla kamu kaynaklarına göz diken sermayeye yeni maksimum kar alanları açıldı. 2000’ler sonrası özelleştirmeler, sözleşmeli istihdam biçimleri ile tanıştık. TRT de tüm bunlardan payını aldı. 2000’li yıllardan son olarak 2018’e kadar defalarca ‘yeniden yapılanma’ adı altında TRT gerçek kamu hizmeti yayıncılığından uzaklaştı. 2018 yılında, OHAL KHK’sı – 703 sayılı – ve sonrasında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı bırakılarak, şirketleşme ve TRT tarihinin en büyük kadrolaşmasının yolu açılmıştır. Bu yapılanma neden güvenlik sebebiyle çıkarılması gereken OHAL KHK’sı ile olmuştu! Hukuksal açıdan son derece sorunlu bu yapı, mahkeme yolu kapalı KHK zırhına neden büründürülmüştür? Şirketleşirken, yapılacak tüm alım, satım ve çeşitli hizmetlerin ihale işlemleri, Kamu İhale Kanununun hükümlerine tabi olmayacaktı. Neden?

TRT’de yeniden yapılanma, yeni rejimin kurumsal yansıması olabilir miydi?

TRT’de 2018 yılında, son OHAL KHK’sı olan 703 No’lu KHK ile filli olarak şirketleşmiş, istihdam biçimi değişmişti. Peşi sıra gelen kıdemli yayıncılar emekliliğe teşvik adı altında zorlandı. Emekli olmayan kıdemli yayıncılar, ‘istihdam fazlası’ denilerek diğer kurumlara gönderilmeye başlandı. Sendikal mücadeleyle geri geldiler. ‘İstihdam fazlası var’ denildi ama binlerce insan işe alındı sonrasında… Uzman, nitelikli çalışanlarını başka kurumlara gönderip yerine AA’dan, bazı düşünce kuruluşlarından eleman almak siyasi kadrolaşma değil miydi? Biz sendika olarak bu süreçte ‘TRT Halkındır’ şiarı ile sesimizi duyurmaya, direnmeye çalıştık.

İstanbul’da, TRT binalarının depreme dayanıksızlığı ile boşaltılması, ranta mı kurban gidecek endişesi uyandırdı. Her bir koridorunda tarihin izlerinin olduğu binaların özensiz taşınma süreci, endişelerimizi daha da artırdı. Kamu yararını gözeterek, kamuoyu ile paylaştık sendika olarak. Artık yönetenlerin dikkatlerini yeterince çekmiştik ki hakkımızda soruşturmalar başladı ve son olarak ‘şahsımı’ ihraç ettiler.

Kamu çalışanı olduğum 22 yıl boyunca, halkın parası ile ekmeğimi kazanıyorum, ‘benim patronum halktır’ dedim. 1 kuruş akçeli işim olmadı. İşimi çok severek yaptım ve TRT’nin okul olduğu döneme yetiştiğim için çok mutlu oldum. Sendikal mücadeleye biraz da geç başladım, 2010 yılında, gözlemleyerek en inandığım KESK Haber-Sen’e üye oldum. Orada TRT’nin gerçek kamu hizmeti yayıncısı olması için mücadele eden ve bedel ödeyenler vardı; sürgün edilmiş, baskı görüyorlardı. Üye olmamda en büyük etkenlerden biri bu idi, haklılardı, yalnız olmamalıydılar. Bugün ise değişen rejimin etkisiyle artık sürgünlerin yerini ihraçlar aldı. Geçmişte de olmuştu bu yerinden etmeler, unutmayı iyi bilen toplum olarak 1980’de TRT’nin 101’lerini unutmuştuk. 1980 darbesinden daha iki ay geçmeden, uzman senarist, programcı, muhabir, prodüktör vs. hiçbir gerekçe gösterilmeden  görevleriyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ziraat, toprak, veteriner, orman, kömür, liman, su müdürlüklerine atandılar. 101’lerin hukuk mücadelesi yıllarca sürdü. O günlerden bu günlere geldik, değişen pek bir şey yok ve hatta temel yurttaşlık hakları açısından daha karanlık günler…

Hukuki sürecimi hem sendikam hem de çok sevgili hak savunucusu, değerli büyüğüm, Celal Ülgen yürütecekler. Sonunda mutlaka kazanacağız! Bu süreçte asla yalnız hissetmedim. Meslektaşlarım, dostlarım, sendikam ve tanıdığım tanımadığım memleketin güzel insanları dayanışma içinde oldular. Benim için bu yürüteceğim mücadele, işe iade mücadelesi değildir sadece… Gerçek hukukun, adaletin, barışın olduğu; gerçek demokrasinin olduğu memleketimiz ve ayrımsız tüm halka hizmet eden kurumlar için de…

Cumhuriyet kurum ve kazanımlarına sahip çıkacağız… Karanlığa asla teslim olmayacağız! Yaşasın Demokratik, Özerk, Katılımcı TRT Mücadelemiz!

Bu arada İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!

ÇAĞDAŞ DERGİ_3. SAYI‘yı indirmek için tıklayın

ÖNE ÇIKANLAR

ÇAĞDAŞ DERGİ

BASIN AÇIKLAMALARI

EN SON...