Gazetecilerin Çalışmasını Düzenleyen Hukuki Tabloya Genel Bir Bakış | Çağdaş Dergi 2

Av. Onur Can Keskin

İşçi ve işveren ilişkisi modern dünyayı biçimlendiren en önemli tartışmalardan birisi olmaya devam ediyor. İnsanca çalışma koşulları, adil ücret, sosyal güvenlik hakkı, dinlenme hakkı, örgütlenme hakkı, iş güvenliği gibi insana doğrudan temas eden pek çok konu hukuki kapsamını iş hukuku alanında buluyor. Basın iş kolu açısındansa bu alana dair diğer kuralların ötesinde bazı farklı özellikler de söz konusu. Bu özelliklerin ne olduğunu tartışmak, basın çalışanlarının çalışma yaşamındaki haklarının neden sadece basit bir iş hukuku sorunu olmadığını anlamak açısından faydalı olacaktır.

Genel olarak iş hukuku, özel olarak da basın iş hukuku, bir mücadele alanı olarak tanımlanabilir. Basının görevini gereği gibi yerine getirmesi bilhassa ifade özgürlüğü için; keza halkın bilgilenmesi, tartışabilmesi ve kanaat sahibi olması için ve bu yolla da doğrudan demokrasi için hayati önemde görülmektedir. Gazeteciler, bu yönüyle diğer fikir işçilerinden de ayrılmaktadırlar. Bu nedenle ayrı bir iş hukuku dalı olarak basın iş hukuku dalının varlığı kabul edilmektedir. Basın iş hukuku basın çalışanlarını sadece işverenlere karşı değil, devlete karşı da koruyan bir niteliktedir. Özellikle bugünkü kadar büyük sermaye yapılarının hakim olduğu ve sermayedarların iktidarlarla basın dışındaki sektörlerde de ticari ilişki içinde olduğu bir çalışma sektöründe mesleğin yerine getirilmesi, gazetecinin işverene ve devlete karşı korunmasıyla mümkündür. Bu AİHM kararlarındaki tabiriyle kamunun gözcüsü -watchdog- olan gazeteciler açısından, kamusal nitelikte kabul edilen bu görevin yapılabilmesi için de gereklidir.

Türkiye’de ilk İş Kanunu 1937 yılında yürürlüğe konmuştu ve bu Kanun’da gazetecilerle ilgili bir düzenlemeye yer almamaktaydı. İtalya (1923), Almanya (1933), Küba(1934), Fransa(1935) ve Tunus(1937) gibi ülkelerin kanunlarından faydalanılarak yapılan 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun ise 13.06.1952 yılında yürürlüğe girdi. Bu kanun pek çok kez değişikliğe uğramakla birlikte en önemli değişiklik 1961 dönemi siyasal ikliminin de etkisiyle 04.01.1961 yılında yapıldı. Bugün hala yararlandığımız ve gazeteciler lehine düzenlemeler barındıran önemli değişiklikleri getiren Kanun’un numarası ise 212 idi. İşte “212’li olmak” olarak kullanılan deyimin kökeni buradan gelmektedir. Kanun’un yürürlük tarihi olan 10 Ocak tarihi de bugün hala “çalışan gazeteciler günü olarak” kutlanmaktadır. O tarihte; gazeteciler lehine hükümler barındıran bu Kanun’dan rahatsızlık duyan gazete sahipleri üç gün boyunca gazete çıkarmamış, buna karşılık gazeteciler “Basın” adıyla bağımsız bir gazete çıkarmışlardı. Belirtmek gerekir ki; Kanun’un yanı sıra Anayasa, yönetmelikler (Basın Kartı Yönetmeliği gibi), iş yeri içi düzenlemeler (personel yönetmeliği gibi), iş sözleşmesi ve toplu iş sözleşmeleri de gazeteciler için bağlayıcıdır. İş sözleşmesi ile gazeteciler yönünden Kanun’dakinden daha lehe düzenlemeler yapılması ise mümkündür.

Kanun’un işverenlerin tepkisini çektiği bazı lehe düzenlemeleri şu şekilde:

  • 2 yıl aynı işyerinde çalışan gazetecinin terfi zammı hakkı (Madde 4/son),
  • Kıdem tazminatında tavan öngörülmemesi, kıdemi meslek başlangıcından itibaren dikkate alınması (Madde 6/2)
  • Yayının karakterinde gazetecinin şeref ve şöhretini etkileyecek bir değişiklik olması halinde derhal fesih hakkı (Madde 11/1)
  • Kar eden işletmede çalışan gazetecilerin ikramiye alma hakkı (Madde 14/son),
  • Hamilelikte ve askerlikte yarı oranda ücret ödenmesi (Madde 16)
  • Yıllık izin sürelerinin daha uzun düzenlenmesi, izinlere ait ücretlerin talebe rağmen izin kullandırılmaması halinde iki kat olarak hesaplanması (Madde 21 ve 29),
  • Gazetecinin gününde ödenmeyen fazla çalışma ücretlerinin günlük %5 fazlasıyla ödenmesi kuralı (Mülga 14. maddenin 2. fıkrası, bu madde Anayasa Mahkemesi tarafından 2019 yılında iptal edildi),
  • Gazetecinin gününde ödenmeyen ücretinin günlük %5 fazlasıyla ödenmesi kuralı (mülga ek 1. madde, bu madde Anayasa Mahkemesi tarafından 2019 yılında iptal edildi).

Ne var ki, 5953 Sayılı Yasa bir taraftan koruyucu düzenlemeler getirirken, diğer taraftan da 4857 Sayılı İş Kanunu’na nazaran gazeteciler aleyhine de bazı düzenlemeler getirmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:

  • Kıdem tazminatına hak kazanabilmek için en az 5 yıl çalışmış olma şartı (Madde 6/1),
  • İhbar önellerinin daha uzun tutulmuş olması (Madde 6/4),
  • 6 aydan az olan çalışma süresi küsuratının kıdem tazminatında dikkate alınmaması, (Madde 6/7)
  • Haklı nedenle fesih hakkının yayının gazetecinin şerefini etkileyecek hareketlerde bulunması ile sınırlandırılmış olması (Madde 11/1),
  • Günlük çalışma süresinin 8 saat olarak öngörülmüş olması (Ek madde 1),
  • Kıdem tazminatı hesabında giydirilmiş ücretin dikkate alınmaması,
  • Kötü niyet tazminatının öngörülmemiş olması,
  • Fazla mesaide yıllık saat sınırlaması öngörülmemiş olması,
  • Kullanılmayan yıllık izinler için, son ücret üzerinden ödeme yapılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme öngörülmemiş olması,
  • Emeklilik, ücretin eksik ödenmesi ve sağlık sebeplerinin gazetecinin iş akdini fesih nedeni olarak sayılmamış olması,
  • Mevduat faizi uygulanmasını öngören bir düzenleme öngörülmemiş olmaması.

Bir teraziye konulursa, 5953 sayılı Kanun’daki koruyucu düzenlemeler, gazeteci aleyhine olan düzenlemelerden daha azdır. Yine de 2020 yılı öncesine bu durumun bir dengede olduğu söylenebilirdi.  Bu dengenin sebebi ise, mesleğin doğası gereği oldukça yoğun fazla çalışma(mesai) yapan gazetecilerin, fazla çalışma ücretlerini günlük %5 fazlasıyla alma imkanına sahip olmalarıydı. Bu tutarlar oldukça yüksek meblağlara ulaşmakta ve Yargıtay tarafından %98’e varan indirimlere tabi tutulmaktaydı. Buna rağmen, gazeteciler ücret ve fazla çalışma ücretlerinin %5 fazlalarını indirimli olarak aldıklarında dahi bu, kalan alacaklarını bir nevi amorti edebilmekteydi. Bu gidişat Anayasa Mahkemesi kararıyla sona erdi ve maddeler 2019 yılında  “eşitliğe aykırı olduğu” gerekçesiyle iptal edildi.

Oysa Anayasa Mahkemesi 2008 yılında aynı kuralı görüşmüş ve gazetecilerin çalışma koşulları bakımından diğer işçilerden farklı konumda olduklarını gözeterek, gazetecilerin taşıdığı “kamuoyunu doğru bilgilendirme görevi” gibi önemli işlev düşünüldüğünde kamu düzeni yönünden çalışma barışını bozan bir durum olmadığını tespit etmişti. Mahkemenin bu tespiti oldukça yerindeydi. Çünkü gazetecilerin ücretlerini diğer işçiler gibi ay sonunda değil de ay başında yani peşin olarak almaları ve ücretlerinin (maaş, fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti) gününde ödenmemesi halinde %5 fazlasıyla ödeneceği şeklindeki kuralların gazeteciyi haber yaparken ekonomik çekincelerden kurtarmak gibi bir amacı da bulunmaktadır. Anayasa’nın 152. mddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin aynı kuralı 10 yıl içinde ikinci kez görüşme imkanı bulunmuyor. Bu durum yakından takip edilmiş olacak ki(!), 10 yıl dolar dolmaz, 2018 yılında, maddelerin iptali talebi Anayasa Mahkemesine taşındı. Son 10 yılda bu konuda teorik olarak değişen bir şey yoktu. Değişen medya patronları ve basın sektörünün kendisiydi, o kadar.

 

Öte yandan Kanun’la gazetecilere tanınan diğer lehe düzenlemelerin de etkin işletildiği söylenemez. Bugün ikramiye hakkı, neredeyse hiçbir medya kuruluşunun bilançosunda kâr göstermemesi nedeniyle -istisnalar hariç- ödenmemektedir. Terfi zammı oranları enflasyon nedeniyle yapılan ücret güncellemelerinin içine yedirilmekte, gazetecilerin emeklerinin değerini koruyacak bir artış yapılmamaktadır. Yıllık izin ücretlerinin iki katı olarak ödenmesi kuralı ise Yargıtay’ın katı içtihadına takılmakta; bu kuralın uygulanması için gazetecilerin talep etmelerine rağmen kendilerine izin kullandırılmadığını ispat etmeleri beklenmektedir. Oysa çalışmasını sürdüren gazetecilerin işverene, işveren aleyhine belge ürettirmesi oldukça zordur.

 

Gazeteciler lehine bilinen en olumlu düzenlemelerden birisi “yıpranma hakkı” olarak da bilinen fiili hizmet süresi zammıdır. Gazetecilik mesleğinin koşullarına uygun olan bu düzenleme önce “5953 sayılı Kanun kapsamındaki gazeteciler”e tanınacak şekilde getirildi, sonra tamamen kaldırıldı, daha sonra tekrar getirildi ancak bu kez “basın kartı” koşuluna bağlandı.

 

Basın kartıyla diğer düzenlemelerin iç içe geçmesinin tesadüf olduğu söylenemez. Bugün basın kartının “kimin gazeteci olduğu”na karar vermek için bir araç olarak kullanılmaya çalışıldığı ortadadır. Oysa gazetecilik yapmak için basın kartı gerekli olmadığı gibi, kanunen gazeteci sayılmak için de basın kartı gibi bir zorunluluk yoktur. Ancak bu durum dolaylı olarak aşındırılmaktadır. Bunlardan ilki; fiilen mesleğini yapıyor olsa dahi, fiili hizmet süresi zammından faydalanmak için basın kartı aranıyor olmasıdır. Keza, basın kartı alabilmek için 5953 sayılı yasa kapsamında sigortalı olmak, gündelik deyişle “basın sigortalısı” olmak koşulu aranmaktaydı. Bu düzenlemenin yürütmesi ÇGD’nin açtığı davada Danıştay tarafından durduruldu. Bugün, gazetecilik yapmasına karşın sigortası gereği gibi yapılmayan ya da yasal altyapısı bulunmadığı için istenilse de yapılamayan (internet gazetecileri gibi) pek çok gazeteci bulunmaktadır. Danıştay kararıyla, salt işverene ait bir yükümlülüğün ceremesinin gazeteciler omzuna yüklenmesi bir nebze engellenmiş oldu.

 

Özetle; gazeteciler lehine doğan ancak bugün koruyuculuğu yeterince kalmayan ve iptal kararlarıyla dengesi gazeteci aleyhine bozulan yasal düzenlemeler karşısında gazetecilerin çalışma yaşamlarını güvenceye alan yeni adımların atılması yakıcı bir ihtiyaç olarak sürmektedir.

 

ÖNE ÇIKANLAR

ÇAĞDAŞ DERGİ

BASIN AÇIKLAMALARI

EN SON...