Kamu yayıncılığı, özerklik ve TRT | Çağdaş Dergi 3

Dr. Sibel Nart | Prodüktör

Radyo, 20. Yüzyılın, özellikle ilk yarısında, en etkili kitle iletişim araçlarından biridir. Toplumsal üretim ve bölüşüm süreci içinde, bilgi ve haber akışını sağlama, anlam yaratma işlevini üstlenmiştir. Bu anlamda da, radyo, teknolojik bir araç olarak, kendi başına bir varlığa ya da toplumsal ilişkilerden bağımsız bir konuma sahip değildir. Örgütlenmesi, yüklendiği işlevler ve bu işlevleri yerine getirme biçimi, içinde bulunduğu yer ve zamanla doğrudan ilintilidir. Toplumda egemen olan mülkiyet ve üretim ilişkileri, doğaldır ki, kitle iletişim araçlarının konumunu belirleyecektir. Bu araçların yönetiminin ve kontrolünün kimde ya da kimlerde olacağı, aracın ne tür bir dil kullanacağı, kimlerin ya da hangi grupların bu aracın sözünden nasıl etkileneceği ve geri bildirimin nasıl alınıp, aracın diline nasıl yansıyacağı, büyük oranda, egemen ilişkilerce düzenlenir. Başka bir deyişle, kaynakların paylaşımını belirleyen ilişkiler ve ilkeler, kitle iletişim araçlarının da nasıl örgütleneceğini, siyaset yapılanması içindeki yerini, toplumla ilişkilerini belirler. Böylece bu araçlar, toplumdaki siyasal örgütlenmenin bir parçası, ekonomik ve politik yeniden üretim süreçlerinin vazgeçilmez aktörleri olarak karşımıza çıkar.

Radyo, 1927’de kuruluşundan başlayarak, Türkiye’de televizyonun yaygınlaştığı 1970’lerin ortalarına kadar en etkili kitle iletişim aracı olmuştur denilebilir. Kuruluş dönemleri ve sonrasında Cumhuriyetin ideolojisini kitlelere yaygınlaştırma ve benimsetmede önemli bir araç olarak kabul edilmiş, çağdaşlaşma, batılılaşma, modernleşme ve kalkınma sürecinde temel bir işlev yüklenmiştir. 1961 Anayasası ve 359 sayılı kuruluş yasası ile TRT Kurumu oluşturulduktan sonra, özerklik-tarafsızlık-kamu tüzel kişiliği-devlet tekeli gibi kavramlar çerçevesinde, radyoların yönetim ve işletme yöntemleri, istihdam politikaları, görev tanımları ve teknik olanakları farklılaşmıştır. Öte yandan TRT, kuruluşundan başlayarak siyasal mücadelenin üzerinde yürütüldüğü alanlardan biri olmuş, Tanzimat’tan bu yana süregelen Batıcı-Geleneksel ya da Yerli-Yabancı gibi kavramlarla tanımlanabilecek gruplar arasındaki iktidar mücadelesinin ayrılmaz parçası haline gelmiştir. Anayasa’nın ve TRT Yasası’nın zaman içinde geçirdiği değişikliklerle birlikte, TRT ile siyasal iktidarlar arasındaki mesafede de farklılıklar ortaya çıkmış, kamu/devlet yayıncılığı, zaman zaman Hükümet yayıncılığı olarak değerlendirilmiş, devlete bağlı olan bir yayın kurumunun, siyasal iktidarın çizgisinde olması gerektiği görüşü, kamu yayıncılığı yapmak üzere kurulan TRT’yi, amacından ve işlevinden saptırmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme projesinin ayrılmaz bir parçası olan radyo, Halkevleri ile birlikte, Cumhuriyetin ideolojisini halka benimsetmekle görevli kurumlardan biri olarak değerlendirilmiş, Cumhuriyetin gerektirdiği düşünce ve davranış değişikliğini gerçekleştirmede, önemli bir işlev yüklenmiştir. Modernleşmeci yaklaşımların, iletişimin, ekonomik, sosyal ve siyasal kalkınmayı kendi kendini sürdüren bir süreç haline getirebilmesi düşüncesine koşut biçimde, radyoya ve TRT’ye düşen görev, toplumun eğitim düzeyinin yükselmesine katkıda bulunarak, sanayileşme, kalkınma, çağdaşlaşma sürecini hızlandırmaktır. Çağdaş uygarlığa ulaşma sürecinde eğitimin temel belirleyici olduğu düşüncesiyle, radyonun eğitme, bilinçlendirme ve halkı toplumsal sorunlardan haberli kılma yoluyla, davranış ve tutum değişikliği yaratabileceği düşünülür. Okur-yazarlığın, kentleşmenin ve diğer iletişim araçlarının yeterince gelişmediği ülkede, toplum yapısının değiştirilmesinde radyoya bu nedenle büyük önem atfedilmiştir.

Cumhuriyet, sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir topluluk tasavvur eder. Bu kaynaşmış topluluk, geleneksel kişilikten modern kişiliğe doğru “ilerleyen”, laik ve batılı görünümlü, modern bireylerden oluşacaktır. Bunun karşısında ise yine sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle tasavvuru vardır. Bu da dinsel, geleneksel değerlerine sahip çıkan, bu değerlere ilişkin sembolleri referans olarak kullanan bir kitledir. Her iki taraf da ulusal kimliği farklı aidiyetleri esas alarak tanımlar ve bu tanımlanan kimlikleri yeniden üretecek üst yapı kurumları üzerinde egemenlik kurmaya çalışır. Bir başka deyişle, siyasal mücadele, kültürel alan üzerinden yürütülür. Cumhuriyetin seçkinleri ve bu seçkinlere tepki gösterenlerin, başka deyişle, iktidar mücadelesinin taraflarının üzerinde egemenlik kurmak için çabaladığı araçların en önemlilerinden biri radyo ve daha sonra da TRT’dir.

TRT, kamu yayıncılığının simgesi kabul edilen BBC’yi örnek alarak kurulmuştur. BBC’nin en büyük özelliği, siyasal iktidardan bağımsızlığını büyük oranda elde etmiş bir kuruluş olmasıdır. TRT’nin kuruluşunda da bu bağımsızlık sağlanmak istenmiş ve TRT’ye özerklik tanınmıştır. 12 Mart 1971 sonrasında yapılan anayasa değişikliği ile, TRT özerk değil, tarafsız bir kurum olarak değerlendirilmektedir. Bu dönem kendi içinde, 12 Mart Aaskerî Yönetim Dönemi, 1974-1975 yılları arasında 500 gün süren ve “fiili özerklik” olarak da tanımlanan dönem ile 12 Eylül 1980’e doğru tırmanan toplumsal ve politik çatışma ortamı içinde, ağırlıkla milliyetçi-muhafazakâr kadroların TRT yönetiminde olduğu dönem olarak ayrılabilir.12 Mart 1971 sonrası, televizyon yayınlarının etkisiyle, radyonun nispeten geri planda kaldığı bir döneme rastlar.

Kamu hizmeti yayıncılığı

Kamu hizmeti yayıncılığının en belirgin biçimde hayata geçirildiği örneklerden biri İngiliz yayın kurumu BBC (British Broadcasting Corporation)’dir. Radyo yayını yapan altı istasyonun Posta Bakanlığından ruhsat almak için birleşerek oluşturdukları BBC, özel bir şirket olarak kurulur. Yayın tekeli, 1927’de, bir anonim şirket olarak BBC’ ye 10 yıl süre ile verilir. Uzun yıllar bu tekel durumunu koruyan BBC ile siyasal iktidar arasındaki ilişkide bağımsızlık esastır. BBC’nin kuruluşunda, devletin, yayın alanının dışında kalması gerektiği, yayın kuruluşunun gelirlerinin alıcılardan toplanacak ruhsat ücretleriyle sağlanacağı, devletin de yalnızca bu ücretlerin miktarını belirleyip, toplanmasını sağlamakla görevli olduğu belirtilir. Bu yolla, yayın organlarının alıcıları [1]olan dinleyici ve seyirciler, abonmanlık yoluyla, bu kuruluşların da sahibi olmaktadırlar. Bu noktada, kamu yayın kurumu, devletin ya da siyasal iktidarın değil, kamunun, halkın malı olmaktadır. Kamu yayıncılığı yapan kuruluş da, tüm halka bilgi ve haber vermek, eğitmek ve kaliteli eğlence sağlamakla yükümlüdür.

Kaya’ya göre, BBC’ ye, daha özel bir kuruluş iken yüklenilen görevleri, radyo ve televizyon alanında Kamu Hizmeti Yayıncılığı’nın kavramsal çerçevesini çizer:

– Kamu hizmeti yayıncılığı anlayışıyla yapılacak radyo-televizyon yayıncılığında yayıncı kuruluş, haber verme, dinleyicilerini/ izleyicilerini eğitme ve eğlendirme temel işlevlerini bir arada yerine getirmekle yükümlüdür. Bunun uygulamada anlamı, radyo ve televizyonlarda yer alacak program türlerinin bu işlevleri yerine getirecek biçimde dengeli oluşturulmasıdır.

– Siyasal nitelikli haber ve programlar, yansız ve farklı düşünce akımları ile siyasal formasyonların dengeli bir biçimde temsili esasıyla oluşturulmalıdır.

– Yayıncılık bir kamusal kurum tarafından yapıldığında, kuruluşun gelir kaynakları siyasal iktidar ve özel ekonomik çıkarlardan bağımsızlaştırılmalıdır.

– Yayın hizmeti, herkese eşit ve tek bir kullanım harcı karşılığında sunulmalıdır.

– Yayın alanı ülke coğrafyasının mümkün olan en geniş kısmını kapsama alanına alacak biçimde belirlenmelidir.[2]

BBC’nin kurucusu Sir John Reith’ın geliştirdiği ilkelere göre de, yayın kurumunun topluma karşı sorumluluğu, o toplumu eğitmek, bilinçlendirmek, kültürlendirmek, aydınlatmak, modernleştirmek, ulusun ahlâki bir topluluk olarak bütünlüğünü sağlamak, en yüksek beğeni standartlarını özendirmek ve bunları topluma yaymak, enformasyon ve tartışmaları mikrofon ve ekrana getirmek suretiyle, ussal bir demokrasinin yaratılmasına yardımcı olmak işlevlerinden oluşur. Bütün bu ilkelerin hayata geçirilmesi, yayıncılığın tekel olarak düzenlenmesine bağlıdır. Mutlu, BBC’nin oluşturduğu bu modelin, Raymond Williams’ın “paternalist” olarak tanımladığı anlayışın örneği olduğunu söyler. Bu nitelemenin nedeni, yayın kurumunun, toplumun dışına, hatta üstünde bir yerlere yerleştirilmesidir. Reith’a göre, daha demokratik bir iletişim aracı, kaçınılmaz olarak daha düşük standartlara yol açacaktır.

Özerklik

1961 Anayasası’nın üniversitelerle, bir kamu yayın kurumu olan TRT’ye tanıdığı özerklik, TRT üzerindeki iktidar mücadelesinin taraflarınca solda ya da sağda mevzilenmenin simgesi kabul edilir. Özerklik, taraftarlarınca sihirli bir sözcük gibi algılanırken, karşıtlarınca da TRT’nin “solcuların” eline geçmesine yol açacak hatta daha da ileri giderek, yayınlarda komünizm propagandası yapılmasına olanak vermek sureti ile Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek bir düzenleme olarak gösterilir. Her iki algılama biçiminin de, özerkliğin sorumlulukla bir arada olması halinde bir anlamı olabileceği düşüncesinden uzak olduğu ortadadır.

Özerklik, bir kurumun kendi kurallarını kendisinin koyması, ilkelerin, yöntemlerin, atamaların kurumun kendisi tarafından yapılması şeklinde de tanımlanabilir. Yeni durumların ortaya çıkması halinde kurum, ilkeleri, yöntemleri, kuralları, kendi içinde yeni durumlara uygun biçimde düzenler.[3]

Touraine’e göre, demokrasiler, katılım ve tartışmanın ötesinde bir özgürlükler sistemidir. Basın özgürlüğü, bireysel özgürlüğün korunmasının ötesinde, güçlüler, sessizce ve gizlice akrabalık, arkadaşlık ve ortak çıkar bağlarını kullanarak kendi çıkarlarını savunabilirken, en güçsüzlere duyulma olanağı sağlar.[4] Basın özgürlüğü de doğal olarak radyo özgürlüğünü içerir. Alman Anayasa Hukukçusu Maunz’a göre, demokrasinin ilk koşulu, inançlar ve karşı inançların serbestçe ifade edilmesi, ikinci koşulu da, devletten bağımsız olarak kanaat edinebilmenin mümkün olmasıdır. Bunu sağlamak için de, demokrasinin üçüncü koşulu devreye girer. Radyo ve basın, bütün olayları yansıtabilmeli, ihtilaflı konularda yayın yapabilmelidir. Kitle iletişim araçlarından yararlanmada, devlete, diğer kişilere oranla bir ayrıcalık tanınmamış olmalıdır. Devlet, hükümete karşı veya herhangi bir nedenle hoşa gitmeyen basın ve radyo üzerinde, onların anayasa ile tanınmış haklarını baskı altına alacak davranışlarda bulunmamalıdır.[5]

Radyoya özerklik tanınmasının temelinde, düşünce ve kanaatleri serbestçe açıklama özgürlüğü yatar. Radyo program yapım ve yayınında özgür olacak, vatandaşlar da bu yapım ve yayınlardan özgürce yararlanacaktır. Radyo Özgürlüğü olarak adlandırılan bu kavram, program yaparken, haber toplarken ve bunları yayarken özgür olmayı, bu suretle sadece doğruluk, objektiflik, tarafsızlık ilkelerine bağlı kalarak, herhangi bir partinin, zümrenin ve belli bir ideoloji ve dünya görüşünün tekelinde ve hizmetinde olmaksızın vatandaşa seçim imkânı veren yayın yapmayı ve vatandaşların da her türlü radyo yayınından yararlanabilmek hakkını[6] içerir. Toplumda serbestçe haber ve bilgi alışverişi sağlamanın aracı olan radyonun özgür biçimde çalışması, siyasi iktidara ya da belli bir çıkar grubuna bağlı olmamasıyla gerçekleşecektir.

Radyo özerkliği, Taşer’in Loehning’den aktardığı gibi,

…(S)ınırları belirlenmiş bir sorumluluk altında, radyo dışında kalan her türlü çıkar gruplarına (ki siyasal iktidar da bunlardan birisidir) belli, açık veya kapalı ve dolaylı bir bağlılık söz konusu olmaksızın; her türlü düşünceye karşıtlarıyla yer vermek, sadece belli bir grubun yararına ve çıkarına değil halkın bütününe hizmet etmek; siyasi meselelerde kesin tarafsız olmak kaydıyla, radyonun bir kurum olarak siyasi iktidarın emir hiyerarşisi dışında kalması anlamına gelir. Loehning’e göre, özerklik kendi başına bir amaç değil, tarafsızlık, objektiflik ve eşitliği gerçekleştirmenin aracıdır.[7]

Radyoda Politik ve Manevi Özgürlük konulu makalesinde Weniger de, bir radyonun iktidardaki partinin organı olmayacaksa, tarafsız olmak zorunda olduğunu yazar. Radyo, ne kurum olarak kendinin ne de o kurumda çalışan personelin kişisel görüşlerini değil, var olan çeşitli görüşleri yayınlamak zorundadır. Tarafsız yayın görevinin gerçekleştirilmesi de özerkliği ve bağımsızlığı zorunlu kılar.[8]

Özerk bir yayın kuruluşuna bir takım sınırlamalar getirilip getirilemeyeceği, tartışma konusu olmuştur. Özerkliğin sınırı olabileceğini söyleyenlere göre, özerklik başlı başına bir amaç değildir. Görev ve amacıyla sınırlıdır. Özerklik tanınmasının gerekçelerine uygun bir yayın politikası izlemeyen bir yönetim ve bu politika sonucu ortaya çıkacak yayınlara karşı herhangi bir sınırlama olmaması söz konusu olamaz.

Burada önemli olan, bu sınırlamanın, siyasal iktidarlarca değil, hukuk düzenlemeleri ile getirilmiş olmasıdır. Karşı görüşe göre ise, radyoya tanınan özerkliğin gerekçesi, düşünce özgürlüğünü sağlamaktır. Burada konulacak herhangi bir sınır, diğer bütün özgürlüklerin güvencesi olan düşünce özgürlüğünü etkileyecektir. Böylelikle, kamuoyunun serbestçe haber ve bilgi alması engellenecektir. Sağlıklı bir demokratik ortamın varlığından söz edebilmek, ancak düşünce özgürlüğünün bütün koşullarının sağlanması ile mümkün olacaktır.[9]

Bir kitle iletişim aracı olarak radyonun özerkliğinin ana unsurlarından biri program yapımında özerk olmasıdır. Bu özerklik, istediği programı yapmak ya da yapmamak şeklinde anlaşılmalıdır. Aynı şekilde bir haberi vermek ya da vermemek de kurumun özgürlüğü içindedir. Programların içeriği de, kurumun görevli programcılarınca saptanır. Burada, radyoyu ve programcıları çerçeveleyen, tarafsızlık, objektiflik ve eşitlik ilkeleri yanında, kurumun yasası ve yayın ilkeleridir.

Yayın kurumunun yönetimde ve program yapımında özerk olmasının temel koşulu ise, ekonomik bağımsızlıktır. Radyo kurumunun, yayınlarını gerçekleştirmek için gerekli olan parasal kaynaklar üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisi yoksa program yapımında özerklik ve özgürlükten söz edilemez. Radyonun gelir ve giderleri üzerinde söz sahibi olan siyasal iktidarların ya da belirli çıkar gruplarının, programların konuları ve içerikleri üzerinde de etkili olabilecekleri bir gerçektir. Radyo kurumlarına tanınan özgürlük, negatif statü haklarındandır. Bu hakkın olmazsa olmazı ise, radyonun özgür biçimde görev yapmasını sağlayacak bir bağımsızlık ve bu bağımsızlığı güvence altına alacak malî finansmandır. Stern, anayasa tarafından korunmuş alanda, radyonun finansal yapısına devlet tarafından yönelmiş her türlü müdahalenin tecavüz sayılacağını belirtir.[10]

Gerçek demokrasilerde tüm genel yayın kuruluşları özellikle kamu tüzel kişileri elindeki kuruluşlar, tüm insan haklarının teminatı altında çalışmak görev ve sorumluluğundadır. 1961 anayasası TC’ni, insan haklarına bağlılık laiklik, sosyallik ve demokratiklik ilkelerine oturtmuştur. Bu temel ilkelerini tahakkuk edebilmesi için başlıca insan hakkı olarak kamu yayın organlarından istifadeyi öngörmüştür. Anayasanın 26. m. de kamu tüzel kişileri ellerindeki basın dışı yayın araçlarından istifadeyi tüm kişi ve kuruluşlara hak olarak belirtmiştir. Söz konusu maddede özellikle kanun vaazının dahi bu hakları kısıtlayıcı bir kanun yapamayacağını, kamuoyunun serbestçe oluşumunu engellemek imkânı olmadığını belirtmiş ve yayın hakkının tüm insan haklarının teminatı olarak düşünülmesi lazım geldiğini öngörmüştür.[11]

[1]MUTLU, Erol: Televizyon ve Toplum, TRT, Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayını, Ankara, 1999, s.24

[2] KAYA, Raşit: İktidar Yumağı, Medya-Sermaye-Devlet. İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2009, s.95

[3] ÖNGÖREN Mahmut Tali: İletişim Notları, ÇGD Yayınları, Ankara, 1995, s.8

[4] TOURAINE, Alain: Demokrasi Nedir? Çev. Olcay Kunal, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s.23

[5] TAŞER, Cengiz: Radyonun Organizasyonu ve Özerkliği- Mukayeseli Bir Anayasa Hukuku Araştırması, TRT Basılı Yayınlar Müdürlüğü Yayını, Ankara, 1969

[6] A.g.e., s.127

[7] LOEHNING, C. von: Unabhangigkeit des Rundfunks Die Öffentliche Verwaltung, Nisan 1953, Heft 7, Sh. 193 vd’den aktaran: A.g.e., s.137

[8] WENIGER, E: “Die Geitige und politische Freiheit im Rundfunk” Der Rundfunk im politischen und geitigen Raum des Volkes, s. 13’den aktaran: A.g.e., s.139-141

[9] A.g.e.,s.156-157

[10] STERN, K: Funktionsgerechte Finanzierung der Rundfunkanstaltea durch der Stat- München 1968, s.56’dan aktaran, TAŞER, A.g.e., 153

[11] Prodüktör Bengi Baytur’un, TRT’nin ilk Genel Müdürü Adnan Öztrak ile “ TRT’nin kuruluşunun 25. yılı” nedeniyle yaptığı röportaj (1989), (Bengi Baytur arşivinden)

ÇAĞDAŞ DERGİ_3. SAYI‘yı indirmek için tıklayın

ÖNE ÇIKANLAR

ÇAĞDAŞ DERGİ

BASIN AÇIKLAMALARI

EN SON...