Medyada “Ah o eski güzel günler!..” aldatmacası | Çağdaş Dergi 2

Özlem Akarsu Çelik

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında sürdürülen tek insan rejiminin baskıcılığı tırmandıkça eskiye güzellemeler arttı. Medya içinde de sık sık “Ah o eski güzel günler!” diyenlere tanık oluyoruz. Soralım mı “hangi eski güzel günler?”… Bu söylemi tekrarlayıp duranların çoğunluğunun 90’larda gazetecilik yaptığını hatırlayarak oradan başlayalım. Öncesi darbe ve daha öncesi sıkıyönetim yılları…

Eski adıyla Basın Yayın Yüksek Okulu, sonradan aldığı adla İletişim Fakültesi (AÜ)’ndeki öğrenciliğim sırasında (90’larda) stajyer olarak girdiğim ve daha sonra profesyonelleştiğim medyanın o günleri de pek iç açıcı değildi. Nasıl olsun ki! Vatandaşlar kırk katır mı, kırk satır mı cenderesine hapsedilmişti.

Öğrenci hareketi 90’lı yılların ortalarında “paralı eğitime hayır!” sloganlarıyla eylemlerini sürdürürken dönemin İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Aysel Çelikel öğrencilere, “Sekiz milyon çok yüksek bir miktar değil. Üniversiteye girebilmek için özel liselere, dershanelere onca para ödediniz. Siyaset yapıyorsunuz!” diyordu (Cumhuriyet, 9 Şubat 1996). Gazeteler, Meclis’te “Harçlara Hayır” pankartı açtıkları için sorguda işkenceye maruz bırakılan ve Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanarak haklarında toplam 96 yıl hapis cezası istenen üniversite öğrencileri için “Kalemli terör çetesi” manşetleri atıyordu. Davayla ilgili Cumhuriyet ve Radikal gibi gazetelerde kamuoyunu doğru bilgilendirecek haberlere geniş yer verilse de öğrenciler birçok medya kuruluşu tarafından hedef gösteriliyordu.

Hatırlayalım, ana akım televizyonların ana haberlerini sunan “erkek” haberciler arasındaki yarışta Reha Muhtar “kendine has” tarzıyla dikkat çekiyordu. Birçoklarının dediği gibi “Reha Muhtar’ın haberleri, haberden başka “her şeye” benziyordu”. İşte Show TV’deki o Reha Muhtar, harç protestocularıyla Sabancı suikastı arasında bağlantı kurarak kamuoyunu öğrencilere karşı yönlendiriyordu (Ayşen Uysal, Kalemli Çete Örneği, Birikim Dergisi, Haziran 2001).

Doksanlı yılları, suikastlar başta olmak üzere devlet ve onunla işbirliği yapan çeteler eliyle işlenen ve cezasız bırakılan suçlar nedeniyle “karanlık yıllar” olarak anıyoruz. 90’lı yıllarda aralarında Çetin Emeç (7 Mart 1990 İstanbul), Turan Dursun (4 Eylül 1990 İstanbul), Cengiz Altun (25 Şubat 1992 Batman ), İzzer Kezer (23 Mart 1992 Cizre), Musa Anter (20 Eylül 1992 Diyarbakır), Uğur Mumcu (24 Ocak 1993 Ankara), Ferhat Tepe ( 28 Temmuz 1993 Bitlis) , Metin Göktepe (8 Ocak 1996 İstanbul), Kutlu Adalı (8 Temmuz 1996 Kıbrıs) ve Ahmet Taner Kışlalı (21 Ekim 1999 Ankara)’nın da bulunduğu 37 gazeteci/gazete yazarı öldürüldü. Bu süreçte en ağır bedeli “özgür basın” olarak adlandırılan Kürt basını ödedi. Çok sayıda gazetecinin yanı sıra gazete dağıtımcısı da hedef alındı. Özgür Gündem gazetesinin İstanbul ve Ankara büroları bombalandı(1994).

Hafızamıza JİTEM’den(Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) “Beyaz Toroslar”a kadar ölümü çağrıştıran sembollerle kazınan 90’larda sadece gazeteciler hedef alınmadı. Prof. Dr. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok suikastları, onlarca sivil vatandaşın öldürüldüğü Cizre Newrozu, Madımak Katliamı, 33 sivil yurttaşın öldürüldüğü Başbağlar Katliamı, birliklerine teslim olmak üzere sivil kıyafetlerle seyahat eden 33 erin katledilmesi, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın suikastı, JİTEM görevlisi Binbaşı Cem Ersever suikastı, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis suikastı, DEP milletvekillerinin Meclis’te gözaltına alınarak tutuklanmaları ve DEP’in kapatılması, Susurluk kazası, 28 Şubat, İHD(İnsan Hakları Derneği) Başkanı Akın Birdal’a silahlı saldırı, Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi, devlet kadrolarını ele geçirmenin önemini anlattığı kasetinin ATV’de yayınlanmasının ardından Fethullah Gülen’in ABD’ye yerleşmesi… İnsan 90’ları hatırladıkça yoruluyor.

2000’lerin başında Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle başlayan dönüşümün uzatmalı kavşağının son durağında eskiye güzelleme yapılması çok manidar. Bugünleri yaratan o yılların karanlığı değilmiş gibi yapmanın kimseye faydası yok. Ekranlarda bugünü eleştirirken eski güzel günlerden(!) dem vuranların o tarihlere tanıklık etmiş gazeteciler olması daha da acı. Acaba eskiden kendilerini ait hissettikleri ve kusurlarını(!) görmezden gelebildikleri ve bir yandan da statülerini korudukları devleti mi özlüyorlar diye düşünmeden edemiyor insan.

Bu meslektaşlarımızın bir kısmı, Gülen Cemaati (yeni adıyla FETÖ’nün)’nin siyasi erkle anlaşarak devlet kurumlarının yanı sıra yaygın medyayı da ele geçirmesine ses çıkarmamıştı. Öyle ki, birileri, cemaatin karanlık 90’larla hesaplaşmada başrol oynayacağına dahi ikna olmuştu. Yapılan hukuk dışı yargılamaları eleştirenleri “askeri vesayeti savunmakla”, “statükoculukla” yaftalamak kolaycılığına kaçıldı. Mesleğin temel kuralı olan, daima kuşku duyma ilkesi, 2001’den 2010’a, hatta 2015’e kadar adeta bir kenara bırakıldı.

O günleri sessizce izleyen, hatta alkışlayan ya da armut pişer bana da düşer diye bekleyen kimi gazetecilerin günümüzde kendilerine yer bulabildikleri ekranlarda veya alternatif mecralarda “tek insan yönetiminden nasıl kurtuluruz?”un reçetesini yazmalarını ibretle izliyoruz. Nasıl 90’ları unutmadıysak, 2000’li yıllarda devlet-sermaye-medya-cemaat iş birliğindeki kirli ilişkilere bulaşanları da unutmamalıyız. 2010’dan bu yana ana akımdan uzaklaştırıldığı için muhalif kimliğine bürünenlere karşı şüpheci kalmalıyız.

Kin gütmekten, intikam almaktan, siyasetin diliyle “devr-i sabık yaratmaktan” söz etmiyorum. Kim ki kamu yararını bir kenara bırakarak kişisel çıkarlarıyla hareket ettiyse, gazeteciliği kullanarak haksız kazanç peşine düştüyse, kendini erk sahiplerine bile isteye kullandırttıysa, onlar bizden değildir diyelim. Demezsek tarih yine tekerrür eder; iktidar değişir ama devletin uçağında kabin ekibi gibi gezen gazeteciler ve uçak gazeteciliği zihniyeti değişmez.

 

 

ÖNE ÇIKANLAR

ÇAĞDAŞ DERGİ

BASIN AÇIKLAMALARI

EN SON...