Siyaset muhabirliğinin olmazsa olmazı: Temas ve mesafe… | Çağdaş Dergi 1

NURCAN GÖKDEMİR

Le Monde’un kurucusu Hubert Beuve-Méry’nin “Gazetecilik bir temas ve mesafe mesleğidir” dediğini bilir gazetecilerin çoğunluğu. Mesleğini sadece halkın haber alma hakkını karşılamak için yapan gazetecilerin kendileri için çizdikleri çerçeveyi de anlatır bu sözler.

“Temas ve mesafe”. Birbirinin karşıtı olan bu sözcükler, yan yana geldiğinde attığı her adımda etik kurallara uyma zorunluluğunu hisseden gazeteciler için rehberdir aynı zamanda.

Haber kaynağınızla temas kurmazsanız habere ulaşamazsınız, mesafeyi korumazsanız da onun propaganda aygıtına dönüşürsünüz. Bu, mesleğin her dalı için mutlak uyulması gereken ama en çok da “siyaset muhabirliği, parlamento muhabirliği” gibi ülkeyi yöneten muktedirleri izlemekle görevli olanların uyması gereken temel kurallardandır.

Siyaset muhabirliği Ankara gazeteciliğindir

Siyaset muhabirliği daha çok Ankara gazetecilerini anlatan bir tanım. Meclis’in, hükümet mensuplarının ve siyasi partilerin genel merkezlerinin bulunduğu Ankara’da görev yapan gazetecilerin ağırlıklı bölümü önce siyasi parti muhabirliği, meslekte bir süre deneyim kazandıktan sonra da parlamento muhabirliği yapar genellikle. Dünyadaki örneklerin aksine yaşlananların muhabirlik yapmadığı Türkiye’de bunun tek istisnası parlamentoda görev yapan gazetecilerdir. Meslekte kıdem alan, yaş alan gazeteciler arasında emekliliklerine kadar muhabir kalanların çoğunluğu parlamentoda görev yapanların arasından çıkar. Onların büyük bölümü hem teknik olarak parlamento çalışmalarının inceliklerine vakıftırlar hem de en önemlisi meslek ilkelerini çiğnemeden siyasetçilerle ilişki kurma becerisine sahiptirler. Bu ustalar genç meslektaşlarına her anlamda rehberlik yapar, rol modeli olur, siyasi muhabirliğinin haber kaynağı ile iç içe geçmeden mesleğini yapma sanatı olduğuna ilişkin deneyimlerini aktarır. Aksi davrananları da uyarır.

Bu uyarılar: “Siyasetçilerle mesafeni her zaman koru. Kamu adına görev yaptığını, siyasetçi ile aranda ast üst ilişkisi olmadığını unutma. Mesleğini çıkar sağlamak için kullanarak hem kendi saygınlığına hem mesleğin saygınlığına zarar verme. Hediye kabul etme”. Siyasetçilere “Milletvekilim, bakanım, başbakanım” diye hitap edilmemesi gerektiği ise ilk adımda öğretilen temel kurallardandır.

Etik değerleri korumak

Meclis, her dönem patronu ya da kendisi için iş takibi, lobicilik yapan, çıkar elde etmeye çalışan, her türden yoz ilişkiler kuran gazeteciler için en cazip alan oldu. Ancak başta Parlamento Muhabirleri Derneği olmak üzere meslek örgütlerinin desteği ile bu kişilerle her dönem mesleğin onurunu korumak için mücadele edildi. Yönetmeliklerde, tüzükte yer alan kurallar zorlanarak engellenmeye çalışıldı.

Aslında bu saptamaları artık belki de geçmiş zaman kipi kullanarak anlatmak gerek. Nostaljik bir duygu ile geçmiş güzellemesi yapacak değilim; ekonomik çıkar, ikbal elde etmek için mesleğini kullananlar her dönemde oldu. Bugünkü kadar olmasa bile her dönem mesleğin yüz karaları, gazetecilik kisvesi altında her türlü ahlaksızlığa imza attılar.

Ancak geçmişin bu günden farkı, gazetecilik örgütlerinin mesleki ilkelere uyumu gözeten, bu ilkelerden sapanları uyaran, kısıtlı da olsa yaptırımlar uygulayan, deşifre eden güce sahip olmasıydı.

Meclis’te siyasetçilerle yoz ilişkiler kuran, iş takibi yapan, belli bir siyasi gruba yarar sağlamak için diğeri aleyhine yalan haber yapanlarla mücadele meslek örgütlerinin vazgeçmedikleri görevleri oldu. “Parlamentoya girişin engellenmesi” başta olmak üzere çeşitli yaptırımlar uygulandı. Ancak bunlardan siyasilerin yardımıyla yasağı delerek her şeye rağmen yerleşkeye girmeyi başaranlara da tanık olundu. Her ne kadar yeterli güce sahip olmasa da meslek örgütleri etik kurallara uyulmasını sağlamada önemli görevler yerine getirdi. Bugün hem bu güç neredeyse yok edildi hem de ekonomik ya da siyasi bir gruba çıkar sağlamadan, mesleğini salt haber vermek için yapanların sayısı azaldı.

Özal hayalini tam olarak gerçekleştiremedi ama bugünün taşlarını döşedi

İktidarlar her dönem medyayı zapturapt altına almaya çalıştı, gazeteler kapatıldı, gazeteciler tutuklandı, öldürüldü. Turgut Özal gibi “2.5 gazete” özlemini dillendirenler de oldu. O, hayalini tam olarak gerçekleştiremedi ama bugünün taşlarını teker teker döşedi. Günümüze gelindiğinde de adına “yandaş medya, merkez medya” ne denilirse denilsin iktidar olanakları ile beslenen devasa bir grup, bir de karşılarında mesleğini gereği gibi yapmaya çalışan az sayıda medya organı ve gazeteci kaldı.

Değerlerin yıpranması, hatta büyük ölçüde ortadan kalkmasının yanı sıra gazeteciliğin yapılma şekli de değişti elbette. Evrensel değerlerle gazeteciliğin tanımı yapılırken, öncelikle “muhalif ya da eleştirel” olmanın öneminin altı kuvvetlice çizilir. “Gazeteci merak etmeli, sunulanın ardını görmeye çalışmalı, verilenle yetinmeyip verilmeyeni de öğrenip kamuoyunu aydınlatmalı” denilir. Bunun da ilk adımı soru sormak. Gazeteciliğin ABC’si olan soru sormak, yanıtını alana kadar ısrar etmek artık istisnai bir duruma dönüştü. Geçmişte, siyasi muhabirler izledikleri genel başkanın, başbakanın mesaisi bitene, hatta evinin ışıkları sönene kadar ardında olur, her gelişme ile ilgili sorularını sorar, aldığı yanıtları da kamuoyuna yansıtırdı. Önceden soruların gazetecilerin eline tutuşturulması ya da basın müşavirlerinin “soru sorulmayacak” demeleri, buna cesaret edebilenin de talimatına uyulması gibi bir durum pek yaşanmazdı.

Bağımsız gazeteciliğin için örgütlü mücadele şart

Şimdi salt “izinsiz ya da rahatsız edici” soru sorulduğu için gazetecilerin basın kartlarının iptal edildiği, “senden-benden” denilerek ayrıma uğradığı, akreditasyon uygulamasının tüm kamuya yaygınlaştığı, akredite olmayanların kamu binalarına girmelerinin engellendiği günler yaşanıyor. Gazeteciler izin verilmeyenlerin dışında soru soramıyor, istenilmeyen soruları soranlar azarlanıyor, yanıtsız bırakılıyor, kim olduğu, nerede çalıştığı soruluyor, tehdit ediliyor, fiziki müdahale ile karşılaşıyor, hatta bazıları işlerinden oluyor.

Ülkenin 1980 sonrası başlayan son 20 yılda da daha ağırlaşan koşullarından basın ya da genel tanımıyla medya da payını aldı. Ülkenin koşulları iyileşmeden mesleğin sorunlarının çözülmesi olanağı yok elbette. Siyasi iktidar değişse bile basının özgür olduğu günlere kavuşma hayali gerçekçi değil. Gazeteciler ancak başta sendikası olmak üzere meslek örgütlerinde yan yana durarak, dayanışarak gücünü çoğaltabilir, mesleğini onur duyarak yapacağı günlere kavuşabilir. Her şeye rağmen bu umudu taze tutmak temel görev olarak ortada…

ÖNE ÇIKANLAR

ÇAĞDAŞ DERGİ

BASIN AÇIKLAMALARI

EN SON...