80 ve 90’lar, ekonomi muhabirliğinin zirve yaptığı; 90’ların sonu yozlaşmanın başladığı yıllardı | Çağdaş Dergi 1

ÖNDER DOĞAN

Türkiye tarihine 80’ler, siyasetin ekonomiyi dönüştürdüğü; 90’lar ise, temelleri 80’lerde atılan ekonomik krizlerin siyaseti şekillendirip, iktidarları belirlediği yıllar olarak yazılmalı. Başka görüşleri savunanlara da saygı duyarım ama bence 80’li yıllar Türkiye’deki ekonomi muhabirlerinin uzmanlaşmaya, dolayısıyla ekonomi haberciliğinin de gelişmeye başladığı yıllar olurken, 90’lı yıllar ekonomi muhabirliğinin ve ekonomi haberciliğinin hem zirve yaptığı hem de bugünlerde de devam eden ekonomi gazeteciliğinin sefaletinin başladığı bir dönem oldu.

Siyasi ve ekonomik krizlerin iç içe geçerek birbirini ağırlaştırdığı 1980’li yılların başında açıklanan ve serbest piyasa ekonomisine geçiş için ilk adımların atıldığı ‘24 Ocak Kararları’, çok geçmeden yaşanacak 12 Eylül Askeri Darbe yönetiminin desteğiyle ekonomik bir dönüşümün yolunu açmıştı. Askeri darbe döneminin sonunda yapılan milletvekili seçimlerini, ‘24 Ocak Kararları’nın mimarı Turgut Özal’ın kurduğu partinin kazanması ise, askeri yönetimin de cesaret edemediği kimi kararların da 1980’li yılların sonuna kadar uygulamaya konulmasına uygun zemin oluşturmak için tasarlanmış gibi duruyordu adeta.

‘24 Ocak Kararları’nın, ekonomi muhabirliğinde uzmanlaşma gereksinimini doğurduğunu gözlemliyoruz. Bu gereksinimin, Resmi Gazete’de yayımlanması bile günlerce süren bu kararları anlayıp, halkın anlayacağı cümlelerle haberleştirme uğraşısından doğduğunu düşünüyorum. Yıllar önce, ‘24 Ocak Kararları’nın alınacağını önceden haber veren ANKA Ajansının çıkardığı ANKA Ekonomi Bülteni’nin o dönemdeki sayılarını incelerken edindiğim bu izlenim, ANKA’nın bile alınan kararları daha çok resmi açıklamalara dayandırarak haberleştirmiş olmasından kaynaklanıyor. Ancak ilerleyen yıllarda giderek uzmanlaşan, resmi açıklamalarla yetinmeyip, uygulanan politikaları ve alınan kararları sorgulayan, bu kararların ileride yol açacağı sonuçlara yönelik öngörülere de yer veren muhabirlik ürünlerinin çoğaldığını, dönemin gazete arşivlerine bakarak gözlemlemek mümkün.

 

1980’li yıllar: Çikita muz ithalatından emekliye zam haberlerine

O yıllarda gelişen bulvar gazetelerinin komik ve abartılı haberlerine konu ettiği, katma değer vergisini, özelleştirmeyi, dövizin döviz bürolarında serbestçe alınıp satılmasını, içki ve sigara ithalatının serbest bırakılmasını, çikita muz ithalatını, Avrupa Birliği’ne tam üye olma çabalarını, serbest faizi, serbest döviz kurunu, döviz bitecek korkularını, dış borçluluğu, yükselen faizleri daha anlaşılır bir dille anlatmaya çalışan bir ekonomi muhabirliğinin yükseldiğine tanık oluyoruz. Son yıllarda “emekliye süper zam” başlıkları dışında ekonomi alanına fazla girmeyen bulvar gazeteleri, 80’li yılların sonunda ve 90’lı yılların başında ekonomi haberciliği karşısında kesin bir yenilgiye uğradı. Ancak uzun vadede elbette kazanan ekonomi gazeteciliği olmadı.

Dönemin iktidarının da teşvikiyle 80’li yılların ikinci yarısı, büyük sermayenin basın sektörüne devlet desteğini de arkasına alarak büyük yatırımlar yapmaya başladığı bir dönem olmuştu. Anayasa’da yeri olmasa da özel radyo ve televizyon kanallarının kurulması teşvik ediliyor ve bu alandaki devlet tekeli fiilen ortadan kaldırılıyordu. Bu gelişme ekonomi gazeteciliğinin de alanlarını genişletiyor, bir süre iktidar sözcülüğü şeklinde sürdürülse de ilerleyen yıllarda iktidarlara karşı halkı koruyan habercilik de kendine bu mecrada bir damar bularak ilerliyordu. Kendisi için istediği aracı muhalefetin de kullanabilmesine tahammül edemeyen iktidar ise kazanmayı umduğu medya mevzilerinde karşıtlarının da siper aldığını fark ettiğinde, özgürlükleri budayan yasalar yapmaya koşuyordu.

 

1990’lar: Ekonomi muhabirleri uzmanlaşıyor

Liberal bir kambiyo rejimine geçilerek kısa vadeli sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı, sermaye piyasalarının gelişmeye başladığı, dışa açık büyüme modelinin biraz daha belirginleştiği, dünyanın geri kalanıyla ilişkilerin ve iletişimin arttığı, Berlin Duvarının yıkıldığı, uluslararası ilişkilerde demokrasi ve insan haklarının iyice belirleyici olmaya başladığı 1990’lı yıllar, ekonomi haberciliği açısından, mesleğe yeni başlamış genç muhabirlere oldukça geniş bir yelpaze sunuyordu. Öyle ki 1980’li yıllar ve öncesinde ekonomi muhabirliğinde uzmanlaşma sancıları yaşamış duayen gazeteciler, 1990’lı yıllarda genç muhabirleri ekonomi başlığının alt başlıklarında uzmanlaşmaları için teşvik ediyordu. Kimi muhabirler reel ekonomi, kimisi maliye, kimisi menkul kıymet borsaları, kimisi finans sektörü, kimisi ticaret, kimisi işçi-işveren ilişkileri vb. konularında uzmanlaşmaya teşvik ediliyordu. Gazeteler ekonomi sayfalarını çoğaltıyor, haftalık ekonomi dergileri onbinlerle ifade edilen tirajlara ulaşıyordu.

90’lı yıllar hem siyasi hem de ekonomik açıdan birbirini izleyen kriz yıllarıydı. 90’lı yıllarda iktidarı devralanlar, 80’li yılların “vergi alma borç al” politikalarının hesap pusulasını masalarında bulmuştu. Kamu açıkları artarken, sermaye hareketlerinin serbest bırakılması faizleri artırmış, artan faizler kamu maliyesini içinden çıkılmaz hale getirmiş; Süleyman Demirel’in Çankaya Köşkü’ne çıkmasından sonra “Alice Harikalar Diyarında” edasıyla iktidarı devralan ‘ekonomi profesörü’, kamu harcamalarını kısmak yerine Merkez Bankasına açıktan para bastırıp faizleri düşürmeye heves edince 1994 krizini yaratmıştı.

Arşivler biliyor, o dönemin ekonomi muhabirleri bu krizin geleceğini daha 1993 yılı ortalarından itibaren yazacak kadar uzmanlaşmışlardı. Eğer, gazetecilik etiğinin ne olduğunu bilmeyen üniversite hocaları, yüksek ücretler aldıkları gazetelerin köşelerini ve televizyonların en çok izlenen saatlerini dönemin ekonomi politikalarına övgüler düzmek için uzun uzun işgal edip muhabirlerin alanını daraltıp sesini kısmasaydı, 2000 ve 2001 krizlerini de ekonomi muhabirlerinin yazdığı haberlerin satırlarında okumak mümkün olabilecekti. Yoksul halkın üzerinden bir panzer gibi geçen 2001 krizinden sonra hiçbir ekonomi muhabirinin mor gömlek giyme gereksinimi duymaması bundandı.

 

Bankacılık ve medyanın iç içe geçmesi

Ekonomi muhabirliği açısından 80 ve 90’lı yılların atlanmaması, hatta özel olarak vurgulanması gereken en önemli, belki de en belirleyici bir başka yönü ise bankacılıkla medyanın iç içe geçmesidir. Bazı banka sahipleri artık “basın”dan “medya”ya dönüşen bu sektöre yaptıkları doğrudan sermaye yatırımlarıyla, bazı banka patronları ellerindeki muazzam reklam gücünü, bazıları da destekledikleri iktidarın gücünü kullanarak medyayı yönlendirdiler.

90’lı yıllar sömürüye, soyguna, yoksul halk kitlelerinin ezilmesine, işçilerin, memurların sömürülmesine karşı çıkan haberlere imza atan ekonomi muhabirlerinin, sermayenin sipariş haberlerinin medyada daha geniş yer bulması için çırpınan muhabirimsilerle mücadelesine de tanıklık etti. Ekonomi -muhabirliğinin değil- gazeteciliğinin sefaleti de sermayenin gerek medya sahipliği gerekse de reklam veren olarak medyayı giderek daha etkin bir şekilde yönlendirmesiyle başladı.

 

Ekonomi Muhabirleri Derneği: Etik değerler

Bu dönem ekonomi muhabirlerinin “etik” değerleri sorgulamaya başladığı bir dönemdir. Nitekim 1987 yılında Ekonomi Muhabirleri Derneğinin kuruluşu ve sonraki yıllarda etik kurallar arayışı, 80 ve 90’lı yılların bu yapısının zorlamasının bir ürünüdür. Demek ki benim zirve dediğim nokta, aslında aynı zamanda yozlaşmanın da zirve yaptığı (belki de artık gizlenemeyecek bir arsızlığa ulaştığı) bir zaman dilimine denk geliyor.

Dünyaya ve olaylara bu günkünden çok daha başka bir pencereden baktığını sandığımız bir dönemde (kuvvetle muhtemeldir ki biz yanlış anlamışızdır) hocam da olan Ertuğrul Özkök, Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olduğu 2000’li yılların başında “Gizli yayın yönetmeni” başlığıyla kaleme aldığı bir köşe yazısında, ekonomi gazeteciliğinin 1990’lı yıllarda yaşadığı yükselişi şöyle özetlemişti:

“Hürriyet’in ekonomi sayfalarına bakın anlarsınız.13 yıl önce genel yayın yönetmeni olduğumda Hürriyet’in ekonomisi sadece 2 sayfaydı. Önceki hafta ekonomi sayfalarımızı daha da ileri götürmek için bir arama toplantısı yaptık. Toplantının açılışında Hürriyet Ekonomi Servisi Müdürü Vahap Munyar çok ilginç bir şey söyledi: ‘Bugün Hürriyet’in içinde bir Financial Times, bir Wall Street Journal var’ dedi. Bu saptama beni çok etkiledi. Düşünün, bundan çok değil, 15 yıl önce gazeteler 12 sayfa çıkardı. Bugün Hürriyet’in içinde 12 sayfa ekonomi var.”

Bu alıntıyı, yazının sonunda dönmek üzere not edelim.

 

Kendi medyasını yaratan iktidar

Turgut Özal, kendi medyasını yaratmak istemişti, bu yüzden Asil Nadir’e milyonlarca sterlin döktürmüştü. Mesut Yılmaz bu suçlamayla Anayasa Mahkemesine gönderilmişti. Tansu Çiller, aleyhine yazan gazetelere savaş açmıştı. Bütün eleştirileri büyük bir olgunlukla karşılayan Bülent Ecevit dışındaki bütün iktidar sahipleri, 90’lı yıllarda gazeteciliğin, özellikle de ekonomi gazeteciliğinin ulaştığı zirveyi asla hazmedememişti.

Ancak hiçbir iktidar, AKP kadar kendi medyasını yaratacak güce, zamana ve otoriterleşmeye sahip olamadı. 80 ve 90’lı yıllarda iktidarların basın sektörüne girmesini teşvik ettiği finans kapitalinin medyalaştırdığı basının, bankacılık kriziyle birlikte el konulan bankalar yüzünden 2000’li yılların başında TMSF aracılığıyla devletin, dolayısıyla iktidarların kontrolüne geçmesini seyrettik. Kamu kaynakları hortumlanmıştı ve bu suçu işleyenlerin cezası, meyda holdinglerine devlet tarafından el konularak yok edilen basın özgürlüğü kanalıyla bütün halka  kesiliyordu. Batan bankalar yüzünden el konulan, bünyesinde televizyon kanalları, radyo istasyonları, gazeteler, dergiler, haber siteleri olan medya gruplarında diğer alanlarda olduğu gibi ekonomi muhabirliğinde de bir erime yaşanıyordu.

ÇGD’den bu yazıyı kaleme almam istendiğinde, geçmişi hatırlamak için, ekonomi muhabirliğinin özendiğim üç önemli ismi Taylan Erten, Vecdi Seviğ ve İsmet Hazardağlı’nın kaleme aldığı ”Ekonomi, Siyaset ve Medya (1831-2015) Başkalaşımın Öyküsü” başlığıyla ekonomi gazeteciliğinin tarihini anlattıkları eşsiz çalışmalarına dönüp bir daha baktım. Yazarlar, Osmanlı’dan başlattıkları ekonomi muhabirliğinin tarihini onbir döneme ayırmışlar. AKP döneminin anlatıldığı 11’inci dönemin başlığı ise çok yerinde dört sözcükten oluşuyor: “Yeniden Tek Parti İktidarı”. Ekonomi basını tarihinin ileride yazılacak 12’nci dönemin başlığı da “Tek Adam Dönemi” olmalı.

 

Tek sesli ekonomi haberciliği

Sonuna doğru “tek adam rejimine” evrilen AKP, çok sesliliği kaldıramadı ve tek sese indirmek için oldukça büyük çabalar gösterdi. Çoğunluğu aynı başlıkla ve aynı haberlerle çıkan bir iktidar medyası yarattı. Kamu bankalarından kullanılan milyonlarca dolarlık kredilerle oluşturulan tek parti – tek adam gazeteciliği, daha çok da ekonomi gazeteciliğini kendi eliyle boğdu. Ekonomi gazeteciliğinin boğulması ise, tek parti – tek adam dönemlerinin en zayıf yanının, olumsuz ekonomik gelişmeler olmasından kaynaklandı. İktidar, kamu ihaleleriyle,  yap-işlet-devret, yap-kirala- devret, yap sonuna kadar işlet, 49 yıllığına işlet gibi benzeri projelerle yandaşlarına aktardığı kaynakların görülüp yazılmasını istemiyordu. Zamların fiyat ayarlaması, beklenenden düşük oranlarda artırımların ise “indirim” olarak yazılmasını istiyordu.

Meydan, papağan gibi her gün “emekli maaşlarına süper zam” başlığını atamayı becerebilen editörlere kaldı diyemiyorum, çünkü, kağıt üzerinde diğerlerine göre az satan, gerçek gücü ise “kağıt üzerinde çok satan gazetelerin” onlarca misli üzerindeki gazeteler ve dijital platformlarda arka sıralara atılmaya çalışılan televizyonların etkisini göz ardı etmekten korkuyorum.

Ha keza günümüzün bir diğer gerçeği sosyal medyayı da gözardı edemeyiz. 1950’li ve 2000’li yıllar, hapse atılan gazetecilerin öykülerini anlatır. 2010-20’li yıllar ise çoğu eski gazeteci, üniversite hocası, eski teknokrat, bürokrat, asker, gazeteci, hukukçu ve diğer mesleklerdeki kişilerin en iyi bildiği alanlarda sosyal medyadaki uyarıları yüzünden soruşturmalara uğradıkları, kelepçelendikleri, hapse atıldıkları yıllar olarak anılacak.

Peki bizim eski deyimle ekonomi basını ne halde: Üşenmedim ve bu günü anlamak için bu satırları yazmaya başladığım 28 Aralık 2021 tarihli Hürriyet gazetesinin sayfalarını saydım. 20 sayfalık gazetenin ekonomi bölümü sadece 3 sayfaya düşmüştü. Haberin kalitesinden bahsetmiyorum bile. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) enflasyon hesaplamasındaki gibi kalite düzeltmesi yapılsa bir sayfa bile etmeyecek bir ekonomi haberciliğiyle karşı karşıya olmanın gerçekliği çarpıyor yüzümüze.

ÖNE ÇIKANLAR

ÇAĞDAŞ DERGİ

BASIN AÇIKLAMALARI

EN SON...