2021’DE NE YAŞADIK?: 219 DAVA, 32 GÖZALTI, 75 SALDIRI, 27 TEHDİT, 49 YIL HAPİS | Çağdaş Dergi 1

ŞEYMA PAŞAYİĞİT

Gazeteciler, bir yanda baskı, sansür, tehdit, şiddet ve soruşturma sarmalına terk edilip diğer yandan ekonomik ve sosyal baskı altında bırakılarak işsizlikle mücadele etmek zorunda kalırken, mesleklerinin onuru yerine iktidar gölgesi altında kalemini yalanlara esir edilip, gerçeklere sırt dönenlerin yarattığı derin çürüme karşısında ezilmek isteniyor. Bu koşullar altında Türkiye’de iktidar eliyle gerçeklerin üzerine örtülmek istenen karanlık, geride bıraktığımız 2021 yılında daha da derinleşti.

Gazeteciler ve basın kuruluşlarına ilişkin toplam 179 dava görüldü. Bu davalarda 219 gazeteci yargılandı. Bazı gazeteciler birden çok davada hâkim karşısına çıktı. Yargılamalar neticesinde gazetecilere toplamda 48 yıl 11 ay hapis cezası verildi.

En kısa veriler ile biz gazeteciler için 2021 yılı şöyle geçti:

2021 yılına genel olarak bakarsak, Türkiye siyasetinde yaşanan kırılma ve dalgalanmaların doğrudan yansıdığı mesleklerin başında gelen gazetecilik her yönden baskıya maruz kaldı.

Gazeteciler ve basın kuruluşlarına ilişkin toplam 179 dava görüldü. Bu davalarda 219 gazeteci yargılandı. Bazı gazeteciler birden çok davada hâkim karşısına çıktı. Yargılamalar neticesinde gazetecilere toplamda 48 yıl 11 ay hapis cezası verildi.

Haber takibi sırasında ya da evlerinden baskınla 32 gazeteci gözaltına alındı.

Gazeteciler, başta siyasiler olmak üzere çeşitli kesimler tarafından 27 kez tehdit edildi. Çoğunluğu toplumsal olayları takip sırasında olmak üzere 75 gazeteci saldırıya uğradı, darp edildi.

İktidarın sopası haline gelen RTÜK, 2021 yılında ulusal kanallara toplam 74 ceza kesti. Cezaların 24’ü Halk TV, 22’i Tele 1, 16’sı FOX TV, 8’i KRT, 4’ü Habertürk’ün yayınlarından oluştu. Bu kuruluşlara yaklaşık 22 milyon para cezası kesildi. İktidar yanlısı yayın yapan A Haber, Ülke TV, Kanal 7, TV-Net, CNN Türk ise yılı cezasız kapattı.

Siyasi gerilimin darp ettiği gazeteciler

Bu noktada akıllarda kalan olaylara değinecek olursak; 2021 yılı en başından itibaren her siyasi gerilim ve toplumsal olayda gazetecilere ‘pay çıkarılan’ yıl olarak tarihe geçti. Türkiye siyasi tarihinde karanlık şiddetin odağı, günümüz iktidarının küçük ortağı konumundaki MHP eksenli şiddet, meslektaşlarımızı da hedef aldı. Saldırıların ilki KRT TV programcısı Afşin Hatipoğlu’na 14 Ocak 2021 tarihinde yapıldı. Saldırganlar daha sonra Yeniçağ gazetesinin Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu’nu hedef aldı. Gazeteciler, aldığı darbeler sonrası hastanede tedavi edildi.

Aynı odaktan gazeteciliğe yönelen saldırılar sadece fiziksel olarak değil tehditlerle de kendisini gösterdi. HaberTürk TV’de “Ebru Baki ile Para Gündem” isimli program yapan Ebru Baki, 6 Mayıs 2021 tarihindeki programı sırasında MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yöntem’in hakaretlerine maruz kaldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “HaberTürkTVizlemiyorum” etiketi ile ‘boykot’ kampanyası başlattı. HaberTürk TV Ankara Temsilcisi Bülent Aydemir, Ulvi Yöntem’in özür dilemesini istedi. Kanal yönetimi, Bülent Aydemir’in görevine son verildiğini duyurdu. Habertürk yönetimi, basın özgürlüğü adına hiçbir adım atmadı. Bu olay, Türkiye’de basın ile siyaset ilişkileri, medya sermayesi ile basın kuruluşlarının yöneticileri açısından, adeta Pablo Picasso’nun büyük kaos içinde vahşet ve kirlenmişliği anlattığı Guernica tablosu gibiydi.

Kağıt üzerinde kalan özgürlük

Anayasa’ya göre hür ve sansür edilemeyecek olan basın ve gazeteciler için vaat edilen demokratikleşme paketlerindeki sözler de kâğıt üzerinde kaldı. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, gazetecilerin mesleki faaliyetlerinin kolaylaştırılması için ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ adımı atıldığını söylemesinden 6 gün sonra gazeteci Levent Gültekin, Halk TV’nin önünde 20-25 kişilik bir grubun saldırısına uğradı. Olayın yaşandığı 8 Mart’tan bir gün sonra ise Eylem Planı’nın sahibi olarak nitelendirilebilecek Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, “gazeteci güvenliğinin öneminden, verilecek eğitimlerden” bahsetti.

Toplumsal olaylar bağlamında ise Boğaziçi Üniversitesine rektör ataması sonrası yapılan protesto eylemlerinde, DİSK Basın-İş üyesi ve Artı TV kameramanı Bilal Meyveci, Halk TV muhabiri Erdinç Yılmaz, kameraman Murat Erkmen plastik mermiyle yaralandı. DİSK Basın-İş yönetim kurulu üyesi Elif Akgül, tartaklanarak gözaltına alınmaya çalışıldı. Sendika.org muhabiri Murat Bay, gözaltı işlemini fotoğraflarken bir polisin yumruklu saldırısına maruz kaldı. Cumhuriyet gazetesi muhabiri Nagehan Yılkın, polis tarafından yumruklandı. Dokuz8haber.net muhabiri Fatoş Erdoğan’ın başına telsizle vuruldu. Video-haberci Kazım Kızıl göz hizasına atılan plastik mermi ile yaralandı. Yaralı haldeyken gözaltına alınmaya çalışıldı. Foto-muhabiri Ozan Acıdere, gözaltına alındı. Tutuklama talebiyle sevk edildiği mahkemede, ev hapsi kararı ile serbest bırakıldı. Destek amaçlı yapılan yürüyüşleri takip eden aynı zamanda ÇGD Bursa Şubesi Başkan Yardımcısı olan Bursa Muhalif internet haber sitesi Genel Yayın Yönetmeni Ozan Kaplanoğlu ile Bursa Muhalif’in iki muhabiri gözaltına aldı. Gazeteciler gözaltına alınırken yaralandı. Ankara’da Demirören Haber Ajansı kameramanı, Boğaziçi protestoları sırasında polis tarafından engellendi. Anayurt gazetesi muhabiri Demet Aran’ın görüntü alması ise polisin “Kes şunun görüntüsünü” sözleri ile kalkanlarla engellendi.

Ağacı kesen baltanın sapı

Gazetecilere yönelik her yönden gelen şiddete bu yıl, bir gazetecinin mesleğinin etik değerlerini unutup, kendisini ‘yukarıda’ görerek meslektaşına uyguladığı şiddet de eklendi. Ciner Medya Grubu Ankara Temsilcisi ve Habertürk köşe yazarı Muharrem Sarıkaya; Gaziantep’in kurtuluşunun 100. yılı nedeniyle 17 Aralık 2021 tarihinde Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ile yaptığı röportaj sırasında mikrofon sorununu çözmeye çalışan İHA muhabiri Ahmet Demir’i tokatlayarak itti. Canlı yayın esnasında yaşanan bu olay, iki gün sonra kamera arkası görüntülerin yayınlanmasıyla ortaya çıktı. Yaşananlar; gazeteciliğin, hak arayışı mücadelesi kadar insani erdemleri de yüksek bir meslek olduğunun unutulmasının yansımalarından biri olarak kayıtlara geçti.

Sansür genelgesi ile “nefes alamayan” gazetecilik

Gazeteciler, tüm baskı ve saldırıların üstüne bir de İçişleri Bakanlığının genelgesiyle engellendi. 27 Nisan 2021 tarihinde, konusu ‘Ses ve görüntü kaydı alınması’ olan bir genelge yayınlandı. Siyasi iktidarın genelgeyle neyi murat ettiği de çok geçmeden herkes tarafından görüldü. Genelgenin yayınlanma tarihinden dört gün sonra, 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’nda, basın açıklaması yapmak için toplanan gruplara polisin müdahalesini görüntülemeye çalışan basın emekçileri, genelge dayanak gösterilerek engellendi. AKP’nin kontrolü dışındaki medyayı boğmak için yarattığı karanlığın en ciddi örneği; İstanbul’daki ‘Onur Yürüyüşü’nde AFP foto muhabiri Bülent Kılıç’ın maruz kaldığı şiddetti. Bir grup polis, gözaltına almadan önce yere yatırdığı Bülent Kılıç’ın boğazına bastırdı. Bülent Kılıç, öldürme girişimine karşı “Nefes alamıyorum” diye bağırdı. Diğer polisler de barikat yaparak bu anların görüntülenmesini engellemeye çalıştı. Gazeteci meslek örgütleri, Bülent Kılıç’a yapılan müdahale nedeniyle üç ilde eylem yaptı. Gazeteciler “Nefes alamıyoruz” diye ses yükseltti.

Mafyaya terk edilen gerçekler

Suç örgütü lideri Sedat Peker’in gazeteci cinayetleri ile iktidar yanlısı gazeteciler Veyis Ateş başta olmak üzere Özışık kardeşlere ilişkin ifşaatları kirlenmişliğin notları olarak tarihe geçti.

Yılın en önemli gündem maddelerinden biri, suç örgütü lideri Sedat Paker’in yurt dışında sosyal medya hesabı üzerinden yayınladığı ve Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sosyal ve siyasal hayatı ile basın tarihi açısından ciddi iddialar içeren açıklamalarının yer aldığı videolarıydı. Sedat Peker, Uğur Mumcu cinayetini gündeme getirdi ve Mehmet Ağar’ın cinayetin aydınlatılmasını engellediğini iddia etti. Aynı şekilde Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı cinayetine ilişkin anlattıkları da Türkiye’de devletin mi mafya, mafyanın mı devlet olduğu sorusunu bir kez daha ortaya koydu. Bu olay, aynı zamanda basın özgürlüğünün ne düzeyde kullanıldığı, sansür ve otosansürün hangi düzeye ulaştığını gösterdi. Çünkü Sedat Peker’in Türkiye’de karanlıkta kalan birçok konuyu gündeme getirmesi ‘malum basın yayın kuruluşları’nda uzun bir süre hiç yer almadı. Söz konusu gazete ve televizyonlar, ‘Üç Maymunu’ oynadı. Ta ki Erdoğan, Sedat Peker’in iddialarının hedefindeki isimlerden mevcut İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sahip çıkana kadar.

Ondan sonra ölüm uykusundan uyanan, gözlerini açan iktidar medyası, tam da iktidarın istediği üzere iddiaların Türkiye’ye yönelik yeni bir dış saldırı olduğu; Sedat Peker’in arkasında başta CIA ve MOSSAD olmak üzere yabancı istihbarat örgütlerinin bulunduğunu yazmaya başladı. Demirören Holding’in Sedat Peker’in açıklamalarına kulaklarını tıkamasının asıl nedeni iktidara olan bağımlılıkken, bir diğer neden yine Sedat Peker’in gündeme getirdiği başka bir iddiadan dolayıydı. Demirören Grubu, Doğan Holding’ten medya şirketlerini satın alırken devlet bankası olan Ziraat Bankası’ndan kullandığı 700 milyon dolarlık krediyi, faiziyle birlikte hiç ödememişti. İktidar ile girilen ilişkilerin bedeli, her zamanki gibi halkın gelişmelerden bilgi sahibi olmasının sansürlenmesi şeklinde tezahür etti. Sedat Peker’in medyaya ile ilgili açıklamalarında birçok başlık yer alırken en kirli olanlarından biri de, Özışık kardeşler olarak bilinen Hadi ve Süleyman Özışık’a ilişkindi. Sedat Peker, Özışık kardeşlerin kendisi ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında arabuluculuk yaptığını duyurdu. Özellikle internet medyasında AKP yandaşlığı ve savunuculuğuyla bilinen Hadi ve Süleyman Özışık kardeşlerin, birçok kesim tarafından tahmin edilen girdikleri kirli ilişkiler bu yolla herkesçe öğrenilirken, Türkiye’deki medyanın büyük bir kısmının ahvalinin ne kadar kokuşmuş olduğu bir kez daha görüldü.

İstenilmeyen sese karşı iktidar sopası: RTÜK

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), özellikle 2020 ve 2021’de üstlendiği rolle iktidar için vazgeçilmez önemde bir kurum halini aldı. Toplumsal düzeye ulaşan hemen hemen her konuda halkın haber alma hakkının önüne geçilmek istendiğinde iktidar alet çantasından RTÜK’ü çıkardı. Orman yangınları gibi her yurttaşı ilgilendiren konularda kamu yararı gözeten haberler, RTÜK tarafından hedef alındı. Orman yangınları devam ederken RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, televizyon kanallarının temsilcilerine “kişiye özel” uyarı mektubu gönderdi. Böyle bir konuda bile gazetecileri hedef gösteren bu tutum, meslektaşlarımızı sahada görevlerine devam ederken darp edilmelerine varan şiddet sarmalını da besledi.

Yangınların yoğun olarak yaşandığı Muğla’ya giden, iktidar yansı kurumlarda çalışmayan meslektaşlarımız; jandarmanın “akreditasyon” engeli ile ayrımcılığa da maruz kaldı. Dört meslektaşımız, Muğla’da yangını takip ettiği sırada darp edildi. Halk TV’nin Muğla’daki orman yangınlarının ele alındığı canlı yayın basıldı. RTÜK, iktidarın sorumluluğunda olan eksiklikleri örtme, gazetecileri hedef gösterme ve gerçekleri haberleştiren kanallara yönelik sansür uygulayarak, kamu yararının sağlanması misyonunu çiğnedi. Bu “susturma” talimatını kabul etmeyerek haberlerine devam eden 5’i ulusal, 6’sı yerel 11 televizyon kanalına yönelik cezalar da bu sansürün en net kanıtı oldu.

Toplumsal ayrıştırma ve yandaşlık

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda basına yönelik habere erişim ve sansür uygulamalarına daha önce eşi benzeri görülmemiş bir yenisi eklendi. Toplumun ortak değerlerinden 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kapsamında Anıtkabir’deki töreni takip etmek isteyen gazeteciler, Cumhurbaşkanlığının keyfi akreditasyon engeli ile karşılaştı. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinliklerine yönelik Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının “akreditasyon” uygulaması getirmesi üzerine, başvuruda bulunan basın kartı da sahibi birçok meslektaşımız, Cumhurbaşkanlığından gelen listede adları olmadığı gerekçesi ile Anıtkabir’e alınmadı. İktidar tarafından artarak devam eden “keyfi akreditasyon” girişimlerinin bu dönemde dönüştüğü durum, sansür politikalarının toplumun tarihi ve birlik temelini hedef alacak kadar genişlediği tehlikeli bir zemini beslemeye devam etti.

Sorusu belli olan cevaplar

Yılın son günlerinde gazeteciliğin en önemli ayağına ‘vurgun’ sayılabilecek bir olay tüm açıklığıyla tezahür etti. AKP iktidarı gittikçe yaygınlaştırdığı akreditasyon uygulamasını AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Katar ziyareti öncesi İstanbul Atatürk Havalimanında yaptığı açıklama sırasında başka bir boyuta taşıdı. Erdoğan, kendisine yöneltilecek ‘sorular’ı yanıtlamak üzere basın mensuplarının karşısına geçtiğinde mesleğimiz adına bir ‘utanç’ yaşandı. Erdoğan’a sorulacak sorular basın toplantısından dakikalar önce Yeniçağ gazetesi tarafından duyuruldu. Hangi sorunun kim tarafından sorulacağı haberde kaydedildiği gibi Erdoğan’a yöneltildi. Gazeteciliği iktidarlarının yanında konumlandırmaya çalışan, hatta iktidarlarının uzantısı olarak görenler ve buna ‘basın kuruluşu’ görünümü altında zemin hazırlayanların içine düştüğü trajikomik bu durum herkes tarafından görüldü.

TRT yönetiminin iktidarın içinde öbekleşmiş ‘Pelikan’ ve ‘Turkuvaz’ grubu arasında pay edilmesi; Basın Kartı Yönetmeliğine yönelik Çağdaş Gazeteciler Derneğinin açtığı davada Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı vermesi üzerine İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un basın özgürlüğü ve hukuk tanımaz bir tutumla sosyal medyadan twitler atması; RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in tarafsızlığını yitirdiğinin mahkemece karara bağlanması da geçen yılın akıllarda kalan gelişmeleriydi.

ÖNE ÇIKANLAR

ÇAĞDAŞ DERGİ

BASIN AÇIKLAMALARI

EN SON...