Cumhuriyet – 6 Ağustos 1996
ANKARA NOTLARI / MUSTAFA EKMEKÇİ
Ormanı Yakanın Gözü Kör Olsun!
Her yıl yaz gelince, orman yangınları başlıyor, basında iki göz iki çeşme; ah vah etmekten başka elden bir şey gelmiyor. Çocukluğumda dinlerdim; biri bir başkasına ayı diyecekse, öyle düpedüz ayı demez:
-Ormanı yakanın gözü kör olsun! der.
Orman yanınca ne olur? Dağdaki ayılar köye iner.
Yer yer ormanları PKK’nin yaktığı yazılıp çiziliyor. Apo’nun, Türkiye’yi kendince çökertmek için ormanların yakılmasını, turizm bölgelerinde olay çıkarılmasını istediği, sık sık ileri sürülüyor. Ben bunları usdışı şeyler sayıyordum, yine öyle sayıyorum. Ama, Apo, yıllardan beri, o denli kan döktü, o denli kıyıcı oldu ki artık hiçbir şeye şaşmayacağım. Kürtlerle Apo’yu elbet ayırıyorum. Apo, kendi soydaşlarının, Kürtlerin de yağısı (düşmanı).
PKK’liler, bu düşünceleri yeni edinmediler. İsveç’te yaşayan dostum sağın (hekim) Naci Kutlay’ın “49’lar Dosyası” adlı bir yapıtı yayımlanmıştı. Birkaç arkadaş, okumak için aldıkları için, İlhan İlhan’a telefon edip yeni birini getirttim. “49’lar Dosyası”, 1960 öncesinde çoğunu tanıdığımız kişilerin “Kürtçülük” nedeniyle yargılanmalarına ilişkin bir yapıt. Güvenlik sorgulamaları, savcılık ifadeleri, savunmalar, koca kitabı kaplıyor. Yıllar öncesinin sanıkları arasında kimler mi var? Bugün tanınmış olanlardan kimileri şöyle:
Ali Karahan, Naci Kutlay, Koco Elbistan, Medet Serhat, Şahabettin Septioğlu, Yaşar Kaya, Ziya Acar, Necati Siyahkan, Canip Yıldırım, Şerafettin Elçi, Nurettin Yılmaz… Bunların çoğu, o yıllar birer öğrenciydiler. Bugün yaşamayanlardan kimileri de şöyle:
Şevket Turan, Ziya Şerefhanoğlu, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Musa Anter…
Yazar, kitabını, basıma verdiği günlerde ölen Medet Serhat’ın anısına adamış.
Atatürk Orman Çiftliği’nde bir piknikle başlayan -çoğu çocukça- toplantıları, polis sıkı bir biçimde izler. Sesleri banda alır, bunlar radyoevinde denetimden geçirilir. Kitaptan sadece, o zamanki Gülhane Sayrıevi’nde levazım binbaşısı olan Şevket Turan’ın çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalardan birkaç alıntı yapacağım. Şevket Turan 1920 doğumlu, devlette bir binbaşı olarak çalışıyor. Bir toplantıdaki konuşmasında şöyle dediği tutanaklara geçiyor:
“…Ben hastaneye gidiyorum, ortalığı berbat ediyorum. Kimse olmadığı zaman camı aşağıya sarkıtıyorum. Ufak bir şey ile bakarsın bir rüzgâr vurdu, paldır küldür cam çerçeve gitti. Ben bunlara her gün beşer onar liralık zarar veriyorum. Ama beni dinleyenler de o şekilde zarar verirse, bugün bunları iktisaden çökertmek, mefluç etmek lazım. Fakat ben bir kişi olarak harekette bulunursam, sonra nazarlarını bana tevcih ederler, ayağımı bağlarlar. Fakat bu şekilde her yerde başlarına birer bela gelirse, bir felaket, yani orman yangını, oraya bir ateş, orman yansın, köprüleri çökert. Bir köprü en aşağı 100.000 lira. Ben bunları yapabilirim, sabote edebilınm. Bu saboteyi yaptın mı, bunlar iktisaden birbirlerini yerler ve mahvolurlar. Balıkesir’de birkaç tane orman yaktım. Biliyor musun Bursa yangını ne zarara mal oldu? Bu şekilde bir hükümet devrilir, başka türlü devrilmez. Onlar bizi ordu ile mahvederler, yüz sene belimizi doğrultamayız…”
Bir başka konuşmasında da yine “sabotaj”a değinerek, şöyle der Mardinli Şevket Turan:
“… Biz memleketimize yapılan bir tesisi yıkamayız. Ama Aydın’da yapılan bir tesisi, bir barajı yıkabiliriz. Memleketimdeki bir mamureyi ben yıkamam. İzmir’deki bir mamureyi yıkabilirim. Ya heykelim dikilecek, ya ağzıma sıçılacak, ikisinden biri… (İddianame, s.8)
Şevket Turan, Kürtçülük konusuna da değinerek şöyle der:
“… İçimize yerleşmekte olan filiz halinde bir şey, bir mevcudiyet vardır. Bu mevcudiyetin korunması hariç tesirlerle olabilir. Eğer onlar bizi desteklerlerse ve bize verecekleri talimat dahilinde biz hareket edersek, o zaman neşvü nema bulmak (yeniden doğup büyümek) mümkün olabilecek. Aksi halde biz yine dünya yüzünde yağımızla kavrulup, küçüle küçüle mahvolur gideriz.” (İddianame: s.8)
Şevket Turan, savunması sırasında bu söylediklerini inkâr eder, ancak mahkeme kabul etmez. Apo da Şevket Turan gibi azılı bir Atatürk düşmanıdır.
Düşünüyorum, halkın parasıyla okumuş. Harp Okulu’ndan çıkıp levazım binbaşılığına dek yükselmiş bir kişi, “milliyetçilik”, “ırkçılık” kaygısıyla, böyle davranırsa haklı olur mu? Kürt de olsa, Türk de olsa değişmez. Bir anlayışım var: Bu ülkede yaşayan hangi kökenden gelirse gelsin, insanları ayıramam. Şovenlik yapamam. Şovenlik için kimseye de sövemem!
Taaa, yıllardan beri bu filmler seyredilip duruyor demek.
★★★
Promosyon yasası Meclis’ten geçti, “promosyon” çanak – çömlek basınında gözyaşları. Uzgöreçler seyredilemez oldu. Promosyona olduğu gibi, şeriatçı yönetime de karşıyım elbet. Ama, “promosyon” maskaralığını düzene sokmak istemekte, hangi iktidar olursa olsun haklı sayılmaz mı? Bunu söyleyebilmek de gerçekçilik değil midir? “Promosyon” konusunda Cumhuriyet tutarlı davrandı, haklı çıktı. Promosyonu, “bugün bırakıyoruz, yarın bırakıyoruz” diye halkı uyutanlar, güç durumda kaldılar. “Basın özgürlüğü elden gidiyor” dışında söz bulamadılar.
Çağdaş Gazeteciler Derneği olarak, yıllarca bu “promosyon” belasına karşı çıktık. Okurlar, kupon kesmekten gazete okuyamaz oldu. Bu okurlara nasıl gazete kitap okutabileceğiz? Promosyon Avrupa’da yasak, neden Türkiye’de yasak olmasın? Türkiye dingonun ahırı mı?