Milliyet, Kemal Balcı – 10 Ağustos 1989
Rafet Abi…
Kemal BALCI
HER şey öylesine ani gelişti ki, onur dolu bir yaşam, dimdik duran bir baş nasıl oldu da artık aramızda değil, hâlâ inanamıyorum…
Her zamanki gibi umut dolu bir gelecek için yola çıktımızda böyle büyük bir acıyı tadacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.
Yine her zamanki gibi, bana, “Arap” diye seslenirken, Ankaralı gazeteciler arasında yaygın olan bu deyimle, sevgisini, sevecenliğini dışa vuruyordu. Hem birkaç gün tatil yapmak, hem de başkanı bulunduğu Çağdaş Gazeteciler Derneği üyeleri için Köyceğiz’de yazlık konut için kooperatif kurmanın ilk adımlarını atmak amacıyla arabasıyla yola çıktık, ilk geceyi Kuşadası’nda, sonraki günü ise Bodrum’da geçirdik. Neşesi yerinde ama her zamanki gibi parasızlığın sıkıntısını yaşayarak tatil yapmaya çabalıyordu.
Bodrum’da son gece kasıklarında bir ağrı duyduğunu söyledi. Sabah kalktığımızda ağrı şiddetlenmişti, ama, o ısrarla Köyceğiz’e gidelim diye İinat ediyordu.
“Başkan” dedim, “Kondurmak gibi olmasın ama korkuyorum. Örsan Ağabeyin başına gelenler, küçük ihmalden sana da gelmesin. Gel bu kardeşini dinle, tatili yarıda keselim, dönelim Ankara’ya, hastaneye gidelim.” Fakat o her zamanki kararlılığıyla, “Hayır” dedi. “Arap, Köyceğiz’e gideceğiz, arsa işine bakacağız. Kooperatif İşini halledeceğiz.”
İsrarım üzerine yolda Akyaka Sağlık Ocağı’na gittik. Doktoru evinde bulduk ve kasıktaki ağrının dinmesi için ağrı kesici iğne yaptırdık. Doktorun, “Düşündüğünüz gibi bu ağrının fıtıkla ilgisi yok, böbrek taşı düşürüyor olabilirsiniz, idrar tahlili yaptırmanız lazım” uyarısından sonra, yarım saat kadar orada kaldık. Ağrının dinmemesi Özerine ikinci bir ağrı kesici iğne yaptırdık. Ve oradan ayrıldık.
Kısa bir sora sonra Rafet Genç, sağ kolunun ağrıdığını ve uyuşmaya başladığını söyleyince, endişelerim yoğunlaştı ve “Başkan, seni dinlemiyorum, Ankara’ya dönüyoruz” dedim. Kendisi de, “Peki Arap, sana güveniyorum, öyle istiyorsan, dönelim” deyince, arabanın arka koltuğuna Rafet Abi’yi yatırıp yola çıktık. Yol boyunca hiçbir şey yememekte direndi. Bir yoğurt, daha sonra da bir ayran içti. Sürekli su içiyordu. Telaşlanmamak ve bir kaza yapmamak için normal bir hızla Ankara’ya geldik ve yakın dostu olan Dr. Akın Yıldız’ı hemen bulmamı istedi. Akın Yıldız’ı buldum, durumu anlattım. Yıldız, derhal bir ambülans gönderdi ve Numune Hastanesi’ne kaldırmamızı önerdi. Numune Acil Servis’te doktor yakını olmanın özenine rağmen, sağlık sorununun tüm olumsuz koşulları yüzümüze bir şamar gibi çarptı. Akın Yıldız’ın bir cerrah arkadaşını da çağırmasından sonra kalp elektrosu için cihaz bağlanırken, sağ omuz altında memesinin hemen üstünde bir şişme ve vücuduna ağır ağır yayılan bir morarma gözledim. Doktoru yeniden uyardım ve kendisi, “Daha önce nasıl farkelmedik, damarı tıkalı bunun, acilen ameliyat gerekiyor” demesi üzerine, ameliyathaneye kaldırdık. Üç doktorun sağ akciğerdeki damar tıkanıklığına bağlı kist patlaması teşhisi koymaları üzerine, bölgeye tüp yerleştirildi. Ancak, hastanede ne seyyar röntgen cihazı, ne de yerleştirilen tüpü izleyecek elektronik cihaz bulunamadı. Akın Yıldız’ın, “Hacettepe’ye kaldıralım” uyarısı üzerine, derhal Sağlık Bakanı Halil Şıvgın’ı gece 00.30 dolaylarında uyandırdım ve durumu anlatıp yardım istedim. Bakan’ın olağanüstü ilgisi sayesinde Hacettepe’ye nakil işlemleri hemen yapıldı. Fakat o sırada Rafet Abi’nin şuurunu giderek yitirmekte olduğu bildirildi. Üç doktorun müdahalesiyle bir ambülansa konup Hacettepe Göğüs Cerrahisi Yoğun Bakım Servisi’ne götürüldü. Yolda nabzının düştüğü ve şuurunu iyice kaybettiği söylendi. Hacettepe’de gerekli tüm elektronik cihazlar sağlandı ve 03.30’da bölüm şefi bir doktor, “Durumu kritik, şuuru yerine gelmiyor” uyarısında bulundu. Beklemekten başka yapacak bir şey olmadığını ifade etti. Gecenin karanlığı bitmek bilmiyordu.
Saatler saatleri saydı.
Gün ağardı.
Kritik durum devam etti.
Ve sabah 9.30’da halen inanmak istemediğim acı haberi ilettiler.
O, yıllarını bu mesleğe, bu mesleğin genç gazetecilerine, bu mesleğin onurunun yükseltilmesine ve özgürlük mücadelesine adamıştı, ölümüyle noktalanan seyahate çıkarkan bile düşündüğü şey yine meslektaşlarına bir hizmet sunabilmekti. Türk basını yiğit bir evladını, bense babam kadar sevdiğim ağabeyimi, başkanımı kaybettim.